Her şeyi genelleyen Gerardo

Her Türk asker doğmaz; her Japon zeki, her zenci de büyük penisli değildir, anlıyor musun Gerardo? Temel sorunumuz bu işte. Kolayımıza geldiği için istisnasız her şeyi ve herkesi genelliyoruz!

Her şeyi genelleyen Gerardo

“Ben Türkiye’yi seviyor, insanlar çok iyi”

“Ben Türkiye’yi seviyor, insanlar çok iyi” dedi sempatik Gerardo. Kum sarısı saçları, buz mavisi gözleri ve hiç tükenmeyen tebessümü ile nasıl da ortamın alfa erkeği oluvermişti. Kafedeki genç kızların hayranlığı şöyle dursun, aylardır hoşlandığım Sude bile “çok sempatiksin yiğidim, hamile bırak beni” dercesine bakıyordu Gerardo’ya. Bu herif ta Portekiz’den Kahramanmaraş’a neden gelmişti sanki? Tamam, Sude’nin aşkıma karşılık verme ihtimali düşüktü, ancak minicik bir umut ışığını söndürmenin gereği var mıydı sevgili Sütçü İmam Üniversitesi Erasmus koordinatörü? Size çok kırgınım.

Ne çabuk sevdin Türk insanlarını?

“Daha üç hafta önce geldin Gerardo. Ne çabuk sevdin Türk insanlarını? Bizim insanımızı üç haftada değil, üç yılda bile tanıyamazsın. Burası Yunan adası değil; üç tarafı denizlerle çevrili, gelişmekte olan koskoca bir ülke!” diyerek yükselttim sesimi. Milliyetçi söylemlerle Gerardo’ya gözdağı vermekti amacım.


“What does denizleyle çevrili mean?” diye sordu Gerardo. Yüzüne yayılan şapşal ifade, kızları kahkahaya boğdu. Lakin alaycı değil, şuh bir kahkahaydı bu. Serenat yapan kurbağalar gibi hep birlikte gülüyorlardı. “Çok tatlı yaaa” dedi Sude kalbime hançer saplarcasına.

Gülmeler kesilince, “Maraş donduyması çok güzel” dedi Gerardo konuyla ilgisi varmış gibi. Sürekli muhabbetimizi kesiyor ve alakasız bir laf ederek sohbetin seyrini değiştiriyordu ecnebi velet. Yetmezmiş gibi latifeleriyle kızların kalbini çalıyordu. Bol erkekli sınıfımızda tek adam rejimi kurmuş; berbat Türkçesine rağmen hepimizin karizmasını yerle yeksan etmişti.

Senelerdir aynı sınıfı paylaştığım, göz bebeğim Sude’nin sapyoseksüel olduğunu sanırdım. Renkli gözler yerine Komünist Manifesto’dan, karın kası yerine Böyle Dedi Zerdüşt’ten, gamzeli yanak yerine Ütopya’dan, kiraz dudak yerine de felsefi akımlardan etkileneceğine inanırdım ama yanılmışım. Cesare Pavese’nin söylediği gibi, zeka gösterileriyle bir kadını elde edebileceğimi sanmam budalalıkmış. Bugünden tezi yok, aşırı sağın ataerkil yaşam tarzına hizmet edeceğime ant içerim.

İnsanlığın başına ne geldiyse…

“İnsanlığın başına ne geldiyse genellemelerden geldi” dedim durduk yere. “Türk insanı çok iyi diyorsun ama daha kampüsten çıkmadın Gerardo. Türkiye’yi Maraş’tan ibaret sanıyorsun, değil mi? Oysa seksen bir vilayetin her bir mahallesi, her bir insanı farklıdır.”

Kızların şaşkın bakışları arasında nutuk atmaya devam ettim:

“İnsan gidip görmediği ülkeleri bütünsel algılar Gerardo’cum. Mesela Portekiz’e hiç gitmeyen bir adam, onu tek bir varlık gibi hayal eder. Zihni detaylı çalışmadığı için ‘Portekiz böyle, Portekiz şöyle’ diye genellemeler yapar.

Oysa bu ithamlar için Portekiz’de uzun süre yaşamak gerekir. Hem büyük şehirlerini hem de kenar mahallelerini gezmek, ara sokaklarında umarsızca dolaşmak, hatta belki kaybolmak, yerlileriyle kaynaşmak gerekir.


Sokağa çamaşır asan bir çingene gördüğümüzde, ‘çingeneler çamaşırlarını sokaklara asar’ diyemeyiz. Bu abartılı bir önerme olur. Yahut her Türk asker doğmaz; her Japon zeki, her zenci de büyük penisli değildir, anlıyor musun? Temel sorunumuz bu işte. Kolayımıza geldiği için istisnasız her şeyi ve herkesi genelliyoruz! Ve bu genellemeler bizi günden güne yalnızlaştırıyor…”

Her şeyi genelleyen GerardoMadem Türkleri çok sevdin

Kızlar hayretler içinde bana bakıyordu. Bazıları oflayarak telefonunu kurcalamaya başlamıştı. Sude ise whatsapp’tan meçhul birileriyle yazışıyordu. Lüzumsuz ciddiyetim ve anbean çıplaklaşan benliğim geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Bu dakikadan sonra susamazdım. İçimde biriken her şeyi kusmaya devam ettim:

“Madem Türkleri çok sevdin, temelli yerleş buraya Gerardo kardeş. Ama yarın korna çaldın diye trafikte saldırıya uğrarsan ya da karına yabancı olduğu için fahişe muamelesi yapılırsa ya da evine hırsız girerse, ‘Türkler çok kötü’ demeyeceğini nerden bileceğim? Üç haftada bizi etiketleyen bir adama güvenemem, kusura bakma.”

“Sen ne diyor, ben anlamadı” dedi sempatik Gerardo. “Sude, honey, what is he talking about?” İnce uzun eliyle, senelerdir hayranı olduğum kadının omzunu kavradı. Yüzündeki şapşal ifadeye bir tutam sırnaşıklık bulaştı. Karşı konulmaz aksanıyla hiç şüphesiz yürüyordu sevdiceğime. Benim bir defa bile “balım” diyemediğim kadına, “honey” diyordu.

Hala Türkiye’yi seviyor musun?

“Gerardo senin ağzına sıçarım” diyerek ayağa kalktım. Bir sincap çabukluğuyla masayı dağıtıp, genç Portekizlinin yanağına bir sağ kroşe indirdim. Gerardo acı içinde yere düşünce, “hala Türkiye’yi seviyor musun ulan? Türkler hala çok iyi mi şerefsiz!” diye haykırdım.

Bu hadise vuku bulduğunda yirmi dört yaşındaydım ve o yaşıma kadar kimseyle dövüşmemiştim. Öğrenciliğim kitaplarla, makalelerle ve akademisyen olma hayalleriyle geçmişti. Parmaklarım anca bir kitabı kavrayacak ya da klavyenin tuşlarına basacak kadar güçlüydü. Haliyle Gerardo ayağa kalktıktan sonra beni güzelce dövdü. Başka bir tabirle, kadınların ve en önemlisi Sude’nin yanında, beni bir leopar çabukluğuyla parçaladı.

Birkaç yerden kırılan burnum, horhor çeşmesi gibi kan sızdırıyordu. Ayrıca kaşım da açılmıştı. Sağlık görevlileri beni sedyeye taşırken, sempatik Gerardo polislere derdini anlatmaya çalışıyordu. “O saldırıyor bana, ben kendimi koruyor ağbicim” diyordu ilk kez tebessüm etmeyerek.


İvedilikle hastaneye götürüldüm. İhtiyar bir doktor “ne oldu sana genç adam?” diye sordu burnumdaki tamponu açarken. Acıdan değil ama öfkeden ve gurur kırıklığından başım dönüyordu. Cevap verecek halde değildim ama yine de derin bir nefes alıp “anlatacak bir şey yok doktor. Bu kadınların hepsi aynı” dedim.

Hayatta ne yapmalı? Mutluluk Virüsü

Leyla ile Mecnun: Aşkın gizli tarihi


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.