Facebook’ta Marilyn Monroe’ya kur yapan adam

Şahsen ben, internetin icadından sonra soğudum insanlıktan. Çünkü internet, bilinçaltımızın dışa vurumu oldu çoğu zaman.

Facebook'ta Marilyn Monroe'ya kur yapan adam

İfade özgürlüğü ve internet

Herkes fikirlerini yakın çevresiyle özgürce paylaşabilmeli. İfade özgürlüğü, yasalarla güvence altına alınmış, evrensel bir haktır. Buna herhalde itirazımız yok. Ancak sosyal medyada, istisnasız herkesin bir kitleye hitap edebilmesi, hiç mantıklı değil.

Herkesin bir kitlesi olmamalı bence. Çünkü “takipçi” hak edilmesi gereken kişi demektir ve takip edilmek için bir meziyete, vasfa, yeterliliğe ya da en azından bir diplomaya sahip olmak gerekir. Düşünün ki Antik Yunan dönemlerinde bile, hitabet söz konusu olduğunda ethos, pathos ve logos gibi retorik ölçüler konuşuluyordu. Yahut Mevlevi’lerde bir kanaat önderi olmanız için 1001 gece inzivaya çekilmeniz elzemdi.


Yakın tarihi geçelim; avcı toplayıcı toplumlarda, hatta hayvanlarda bile baskın (alfa) erkek olmak için mücadele etmen, yeri geldiğinde rakiplerinle savaşman gerekiyordu. İlkel dönemlerin kaba kuvveti, zamanla akıl oyunlarına evrildi haliyle. Ve daha zeki olanlarımızın kitleleri yönlendirdiği ve yine onların doğal seleksiyon ile üreme imkanı bulduğu, sosyal gruplar ortaya çıktı.

Başka deyişle; monarşi, oligarşi ve kapitalizm gibi insan icatlarını kenara koyarsak, tarih boyunca nüfuz sahibi olmak ve kitleleri yönlendirmek, üstün nitelikler gerektirdi ve zaten doğru olan da buydu.

Şimdiyse her Allah’ın kulu, basit bir form doldurarak sanal kürsülere çıkabiliyor, o kürsülerden yüzlerce kişiye seslenebiliyor, art niyetsiz sayfalara bile abuk subuk yorumlar yazabiliyor, şahsını ve çevresini rezil edebiliyor, hatta bilinçaltına ötelediği hayvani dürtülerini ifşa edebiliyor.


“Fikrimi beğenmeyen beni silsin!”

Şahsen ben, internetin icadından sonra soğudum insanlıktan. Çünkü internet, bilinçaltımızın dışa vurumu oldu çoğu zaman.

Facebook’ta Marilyn Monroe’ya kur yapan, “fikrimi beğenmeyen beni silsin” diye yaygara kopartan, ideolojik sebeplerle ölülere bile nefret kusan, hiçbir enformasyonun kaynağına inmeyen, okuduğu başarılı bir makalenin yazarını merak etmeyen, analiz yeteneği olmayan, arkadaşlarının mahrem anlarını “story” ile sosyal medyaya yükleyen, swarm’sız gezemeyen, instagram’sız yemek yiyemeyen ve birbirinden ahmak fenomenleri takip eden o kadar çok insan var ki… Arkaik bir argüman olduğunun farkındayım ama ah canım seksenler, vah cicim doksanlar!

Şahsen tanıdığım her insana, bu kişi en yakınım bile olsa, fotoğraflarımı izinsiz paylaşmaması gerektiğini nazik bir dille belirtiyorum. Bu bir ergen kaprisi veya ego meselesi değil, tarihin akışını değiştiren bu sanal çılgınlığa karşı basit bir tepki… Size de bu tavrı takınmanızı öneririm. Aksi halde Allah muhafaza, yer sofrasında kuru fasulye kaşıklarken, kanepede pijamalarınızla uzanırken, veya gayri ihtiyari burnunuzu karıştırırken bir instagram story’sinde bulabilirsiniz kendinizi.


Hiçbir çaba harcamadan kitlelere hitap edebilmek, yirmi birinci yüzyılın bize armağanı. Ama bu, kullanmayı bilmediğimiz bir silah aynı zamanda. İşte bu yüzden MEB müfredatlarına acilen “sosyal medyayı doğru kullanma” dersi eklenmeli ve bu hesaplar profesyonelce, kişisel PR (Public Relation) maksadıyla kullanılmalı. Aksi halde bu kuvvetli silah, deneyimsiz ellerimizde patlamaya devam edecek.

Sosyal medya kıyameti: Dünya nereye gidiyor?


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.