Özgürlük mü? Hiç sanmıyorum!

Özgürlük dediğiniz şey, bütünüyle varlığın ta kendisiyken, etrafınıza bir bakın. Bir robottan farkı kalmayan sizler ne görüyorsunuz?

Özgürlük dediğiniz şey, bütünüyle varlığın ta kendisiyken, etrafınıza bir bakın. Bir robottan farkı kalmayan sizler ne görüyorsunuz?

İnsan hayal kurabildiği kadar özgürdür. Merhametin ve güzelliğin yoksun kaldığı, insanlığın ise yalnızca özgürlüğü aradığı garip bir rüya gördüm.

Kendi özgürlüklerine tapınmak için çaba gösteren nice insanın, kendini güvende hissetmek için seçmiş olduğu kurtarıcılara itaat etmek zorunda kaldıklarını gördüm.


İnsanların inatla bir türlü vazgeçmeyip de, kendi özgür ruhlarına geçirmeye çalıştığı mahkumiyet zincirlerini gördüm.

Kurtulmak istiyorlardı. Fakat, kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmeyip, daha da zincire halka halka bağlandıklarını gördüm.

Sırf güvende olabilme sevdasıyla, halkalandıkları zincirlerin içinde haykırışlarını, seçmiş oldukları hayata itaat etmedikleri için esaret altında ezilmeye mahkûm bir hayatı yaşamak zorunda bırakıldıklarını gördüm.

Üzüldüm…

Ve bir ağacın tepesinde öylece koşmaya başladım. Koşarken de, ayaklarımın altına serilmiş olan başakların bereket kokulu rahmetini gördüm.

O an anladım ki, hayal edebildiğim, yürüyebildiğim, koşabildiğim ve hatta uçabildiğim kadar özgürdüm.

Ardıma baktım. Kimse yok…. İşte o vakit düşlerimde de, hayallerimde de yalnız kaldığımı gördüm.

Başaklara dokunup onları bir bir okşadım da bu sefer de dolgun tanelerin içinde ki her an fışkırmaya hazır hayatları gördüm.


Sonra fark ettim ki, dünyadan çok ama çok uzaktaydım. Belki de gökyüzünün derinliğinde öylece kaybolmuştum da, ayağıma dokunan bereket kokulu tohumların ‘kal’ dediklerini gördüm.

O tohumlar ki, vakti zamanı geldiğinde bir buluta sığınıp, gökyüzünden dünyaya dökülecek olan…

Özgürlük

İnsanlık kısır… İnsanlık hasta… İnsanlık yoksun…

Bir tutam ödünç isteyip yanıma almak istedim.

Ama izin yoktu. Ben de fark ettirmeden yanıma aldıklarımla bir rüzgarın gölgesine sığınıp, dünyaya kondum.

Ama bu sefer de, insanların esaret altında yaşamaktan memnun olduğunu gördüm.

Her ne kadar varlıkları özgürlük için savaşıyor gibi görünse de, onca düşlerin içinde çalışmaktan, ömrü yalnızca aldıkları ile tüketmekten kaybolmuş insanların ruhlarının maalesef ki yok oluşunu gördüm.

Seslendim, ‘özgürlük dediğiniz şey, bütünüyle varlığın ta kendisiyken, etrafınıza bir bakın. Bir robottan farkı kalmayan sizler ne görüyorsunuz? Hayatı sürekli yokuşlarıyla yürümeye çalışıp da etrafına bakmayan sizlerin tutunduğu dallara bir bakın. Sizin adınıza konuşuyor, sizin adınıza yaşıyor, sizin adınıza hayaller kuruyor olan o dalların içinde efendi değil de köle olduğunuzu ne vakit anlayacaksınız. Hayal kuramayacaksan, düşünemeyeceksen, koşamayacaksan eğer bu dünya da özgürlüğü aramanın ne anlamı var”

Seslendim seslenmesine ya, onca söylediklerim içinde ne yazık ki anlaşılmadığımı gördüm.
Sonra yanımda getirdiğim başakları hatırlayıp da umudun toprağına savurmak istedim ama toprak hasta… Toprak yorgun…


Ait olduğu yerden çok uzak olan ve benim tarafımdan da esaret altında bırakılan avucumdaki tohumlara gelince, onların da bu esaret altında bir bir kuruduğunu gördüm.
Ve uyandım…

Asla vazgeçme: Mutluluk bir varış yeri değil!