Erkek için eğlence ve özgürlüğün sonu, kadın için ise zaten hayatı boyunca istediği düzenin kuruluşu… Nedir bu evlilik konusu?
Çocukluğumdan beri yaz denince aklıma deniz, güneş, happy hour ve mutluluk gibi kelimeler gelir. Son zamanlarda artan yaşım ile birlikte yaz mevsimine bir de düğün konsepti eklendi ister istemez. Havaların ısınmasıyla birlikte sadece benim değil, arkadaşlarım da yoğun bir düğün takvimi, altın bütçesi ve kıyafet arayışları oluşmaya başladı. Kınalar, bekarlığa vedalar, evden kız almalar yaza damgasını vuran tecrübeler arasında kendilerine yer edindi.
Çabucak bitiveren bayram tatilinde kendi ilişkim de benden bağımsız bir şekilde evlilik başlığı altında masaya yatırıldı. Balayılarının küçük bir kısmını bizimle birlikte geçiren yeni evli arkadaşlarımız, evliliğin ne kadar güzel bir konsept olduğunu defalarca vurguladı. Erkek arkadaşıma evlilik ile ilgili hissiyatı soruldu, verdiği cevaplar ve düşünceleri, ”Ama evlilik gerçekten de çok güzel.” cümlesi ile özetlenebilecek çetrefilli bir argüman karşısında hükümsüz kaldı.
Ben de sizlerle, hazır konu bu kadar gündemdeyken bazı gözlem ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Amacım, her zaman olduğu gibi kendinizi daha iyi tanımanıza ve bu doğrultuda en doğru kararları alabilmenize destek olmak.
Görüşlerime katılmayabilirsiniz fakat karşı çıktığınız noktalarda bile düşünüp kendi gerçekliğinize bir kez daha ikna oluyorsanız, ben yine görevimi yerine getirmiş hissederim. Hele bir de müstakbel eşiniz ya da partneriniz ile bu yazıda bahsi geçen konuları konuşup tartışabilirseniz, bunu kendi adıma bir başarı olarak sayacağımı da bilmenizi isterim.
Nedir bu evlilik konusu?
İçinde bulunduğumuz kültürde evlilik, erkek için gençliğin ve hovardalığın geride kaldığı, artık aile kurmaya ve sorumluluk almaya hazır olduğu düzenli bir hayata geçişi sembolize ediyor. Kadın için ise hayattaki en temel arayışlarından birinin sona ermesi demek evlilik. Baba evinden çıkarak kendi evinin patronu olacağı, annelik öncesi bir yuva ortamının yaratılmasına eş değer. Yani evlilik denince ortaya çıkan tablo üç aşağı beş yukarı; erkek için eğlence ve özgürlüğün sonu, kadın için ise zaten hayatı boyunca istediği düzenin kuruluşu.
Bu, tabii ki ülke geneline baktığım zaman gördüğüm bir çoğunluk. Bu genellemenin dışında birçok farklı bakış açısı ve hayat tarzı mevcut. Evlenmeden birlikte yaşayan çiftler, sadece çocuk konusu gündeme geldiği zaman evliliği düşünenler, evliliği sadece bir imza olarak görüp herhangi bir anlam yüklemeyenler, evliliği bir pranga olarak düşünüp, bahsi açıldığında ters yöne doğru koşanlar gibi birçok farklı perspektiften bahsetmek mümkün. Bu farklılıkların hepsini gelecek haftalarda detaylı bir şekilde inceleme sözü veriyor ve dikkatinizi çoğunluk olarak gördüğüm kitlenin davranış biçimlerine çekmek istiyorum.
Oğlan bizim kız bizim
Yaşınız 25’ten fazlaysa, eminim siz de evlilik seremonilerinden payınıza düşeni almışsınızdır. En son katıldığınız ya da uzaktan hikayelerini dinlediğiniz bekarlığa veda partisini bir düşünün. “Bu artık son eğlencen” düşüncesi ile çağırılan striptizciler, “Bir daha ne zaman böyle bir araya geleceğiz?” diyerek yuvarlanan kadehler, gece kulüplerinde son bir kez kız tavlamak üzere kurgulanmış Belgrad gezileri… Müstakbel damat adayından, “Hüseyin’i de kaybettik, sırada kim var acaba?” diye sanki başka bir evrene yolcu ediliyormuş gibi bahsedilmesi… Bu tepkiler tabii ki spektrumun sadece bir ucu.
“Sonunda adam oldu”, “Hayatına ne de güzel çekidüzen verdi”, “Hep bir aile kurmak istiyordu zaten” diye nikah masasına uğurlanan gönlü ve ailesi rahat damat adayları da var elbette. Fakat bu durumlarda bile hissiyat hep acı-tatlı… “Rahat mı battı da evleniyorsun?” diye aslında kendine sitem eden, pasif direnişçi amcalar ve dayılar hep mevcut.
Kadınlarda ise durum biraz daha farklı:
Nikah öncesi kız kıza yapılan tüm organizasyonlara kıskançlıkla tütsülenmiş bir kutlama havası hakim. Gündem; kına kıyafetleri, gelin ve ekürisi için aksesuar seçimleri, saç, makyaj, çiçek, fotoğraf… Herkes heyecanlı…
Evli olanlar, çiçeği burnunda çiftle gidecekleri brunch’ları ve tatilleri düşünürken; halen bekar olanlar sevgilileri ya da damadın arkadaşları üzerinden kendi düğünleri için ders çıkarma peşinde. Sayıları çok az olsa da tüm bunların gereksiz ve anlamsız olduğunu savunan bir grup da var tabii ki; fakat bu gruptan düğün başına bir, en fazla iki temsilci düştüğü için, genel kutlama havasından herhangi bir eksilme yaşanmıyor. Davullar çalıyor, kadınlar göbek atıyor, prensesler yuvadan uçuyor.
İyi ya da kötü, hem erkek hem de kadın için bu tepkiler ve durumların ortak bir noktası var: Evliliğin bir dönemin bittiği, bir kimliğin geride kaldığı ve eski alışkanlıkların sonlandığı yeni bir devir olarak algılanması. Ve bana sorarsanız problemin çıkış noktası tam olarak da burası.
Problem ne ki?
İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 2016 yılında 125 bin 164 kişi, 2017 yılında ise 136 bin 808 kişi boşanmıştır. Bu rakamı evlenen kişilerin sayısı ile karşılaştırdığımızda, ortalamada her dört evlilikten birinin kötü sonla bittiğini istatistiki olarak görüyoruz. Yani bu yaz, düğününde halaya girdiğiniz dört çiftten bir tanesi büyük olasılıkla bir yastıkta kocayamayacak. Bu, problemin hesaplanabilir kısmı.
Hesaplanamayan diğer bir kısım ise aldatmalar
Bir de tabii eşini ne boşayan ne de aldatan, fakat öğrenilmiş çaresizlikleri ile ‘evlilik problemlerinin’ bir parçası haline gelen mutsuzlar…
Bu noktada sizin düşüncelerinizi merak ediyorum… Sizce, toplumumuzda evlilik kurumuyla ilgili bir problem var mı? Bahsettiğim bu üç gruptan bir tanesine ait misiniz? Daha önce hiç evlenmediyseniz bir kadın ya da bir erkek olarak yukarıda yer alan genellemelere katılıyor musunuz? Kendinizden bir şeyler buluyor musunuz? Evlenmeyi düşünüyor musunuz? Nasıl bir evlilik hayatı öngörüyorsunuz?
Hedefim, sizden aldığım geri bildirimler doğrultusunda önümüzdeki haftalarda bu problemleri ve kaynağını derinlemesine incelemek ve bu hayati kararı alırken kendinize sormanız gereken sorulara cevap bulmanızı kolaylaştırmak.