Vesayetçi mi yoksa teslimiyetçi demokrasi mi?

Türkiye’de Ordu’nun fikir beyan etmesi geçmişindeki darbeci tutumundan ötürü farklı değerlendirilmektedir. Ayrıca Türkiye’nin temel ilkeleri karşısındaki tutumunu çok net ortaya koyması çoğunlukla da demokrasimizin “vesayet” altında olduğu görüntüsünün oluşmasına neden olmaktadır.

erdoğan ilker başbuğ vesayet ordu tsk sivil irade

Sivilleşme veya normalleşme adına Vesayetçi mi Yoksa Teslimiyetçi Demokrasi mi?

1 Mart 2003 günü TBMM’nde tarihi bir oylama yapılmıştı.

“…gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı Anayasanın 117’inci maddesine göre milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Yüce Meclise karşı sorumlu bulunan hükümet tarafından belirlenecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin Kuzey Irak’a gönderilmesine; etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla Kuzey Irak’ta bulunacak bu kuvvetlerin gerektiğinde belirlenecek esaslar dairesinde kullanılmasına ve muhtemel bir askeri harekât çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılmasına…”[i] şeklinde bir tezkere meclisin onayına sunulmuştu.


Oylamaya 533 milletvekili katılmış; 250 tezkerenin reddi, 264 kabulü ve 19 da çekimser yönde olmak üzere tercih belirtilmiş, salt çoğunluğa ulaşılamadığı için de kabul görmemişti.

Böylece Türkiye, komşusu olan bir ülkenin işgali için topraklarının üs olarak kullanılmasını kabul edemeyeceğini dünyaya ulusal iradesi ile göstermiş oluyordu.

Hatırlanacağı üzere 2001 ekonomik krizinin etkileri o tarihlerde çok güçlü olarak hissediliyor, birkaç milyar dolarlık kredi paketleri için olmadık tavizler veriliyordu. Hatta ekonomik krizin bile mevcut hükümetin Irak Savaşı’na karşı tutumu nedeniyle düşürülmesi için bir eylem planı olduğu yönünde de teoriler konuşulmuştu.

Sonuçta hükümet bir sene sonra erken seçime gidiyor ve bugün halen iktidarda olan AKP yürütmeyi devralıyordu.

Yeni hükümetin ilk sınavıydı 1 Mart Tezkeresi ve başarısız oldu.

O tarihte bugün çok ciddi bir demokrasi mücadelesi verdiğini izlediğimiz bazı aydınların tezkerenin geçmesi adına çok ciddi kamuoyu oluşturma yazıları yazdıklarını biliyoruz.

Aynı kişilerin yine bir Irak Savaşı nedeniyle 1991 yılında Özal’ın “bir koyup üç alacağız” stratejisi çerçevesinde savaş lehine çalıştıklarını da hatırlıyoruz.

1991 Körfez Savaşı öncesinde ve 1 Mart Tezkeresi öncesinde Ordu’nun net tavrı biliniyordu. Hatta 1991 yılında Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşanıyor Genelkurmay Başkanı dönemin yürütme organıyla ters düştüğü için istifa ediyordu.

Biraz daha uzak bir tarihe doğru geri gidersek Türkiye’nin NATO üyeliği için Kore Savaşı’na asker gönderildiğini hatırlıyoruz.

Sivilleşme adına ve Ordu’nun etkinliğinin azaltılarak sivil iradenin emri altına verilmesi için büyük bir demokrasi mücadelesi verenlerin tarihte hiç de olumlu tecrübelere imza atmadıklarını söyleyebiliriz.

Bu da “sivilleşme” ya da çok daha popüler tabiri ile “normalleşme”sürecinin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili farklı yönde kafa yormamız gerektiği sonucuna götürür bizleri.

Bilindiği gibi Birleşik Devletler Başkanlığı’na seçilen Obama’nın seçim öncesinde olsun, sonrasında olsun gözü hep Afganistan üzerine odaklanıyordu. Yakın zamanda da söylemin tonu Türkiye’nin cephede etkin olarak görev alması şeklinde değişmeye başladı.


Kuşkusuz Türkiye’de hem kamuoyu olsun hem de ordunun genel tavrıaskerin yurt savunması dışında savaşmaması yönündedir.

Türkiye’de Ordu’nun fikir beyan etmesi geçmişindeki darbeci tutumundan ötürü farklı değerlendirilmektedir. Ayrıca Türkiye’nin temel ilkeleri karşısındaki tutumunu çok net ortaya koyması çoğunlukla da demokrasimizin “vesayet” altında olduğu görüntüsünün oluşmasına neden olmaktadır.

Demokrasi ile darbe aynı platformda konuşulacak şeyler olmamakla birlikte darbeler klasik ve üçüncü dünyaya ait şekliyle tek başına askerin bir eylemi olarak da görülmemelidir.

Şu bir gerçekliktir ki Türkiye’deki askeri darbeler yapıldığı zaman diliminde beklenen hatta desteklenen eylemler olmuştur. Ciddi iki darbenin ardından yapılan anayasalar çok önemli halk desteği ile kabul edilmiştir.

1960 Darbesi’nden sonra Türkiye daha sola dönük ve demokratik bir ortam bulduğu için solun bir kısmı bu anlamdaki darbeciliği hep savuna gelmiştir.

1980 Darbesi ise Türkiye’nin liberalleşmesini sağlayan bir eylemolmuştur.

Her iki darbenin taşıdığı programlar sivillere aittir ve sivillerin eliyle ancak askeri güçle yaptırılmıştır.

Bugün sivilleşme ya da normalleşme olarak adlandırılan sürecin askerin etkinliğinin yine bir sivil iradenin eline teslim edilmesi şekline dönüşüp dönüşmeyeceği de tartışılması gerekir.

Sivil irade askerin kullanımı konusunda her defasında yanlış yerde durmuştur. Dış iradenin bir takım yönlendirmelerine teslim olmuştur.

O zaman vesayet mi yoksa teslimiyet mi tartışmalarının tam içine girmiş oluruz ki kırk katır mı kırk satır mı diye sorulan soruya cevap aramaya benzer bir durumla karşı karşıya gelmek gibi bir şeydir.

İlgili yazılar

Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’si eskiyor mu? (3. Bölüm)

Bu Ülkede Hukuk Var!


Mustafa Filmi ve Can Dündar