Aşkın sancısı yataydır

Yaşam, genelevlerin bulunduğu sokaklar gibiydi çoğu zaman; azgın erkeklerin, bezgin kadınlarla yatma düşleri kurduğu ve yalan aşkların satın alınamayacağının idrakine varılarak, dik yokuşların sarhoş küfürlerinde felsefi yanıtlar aranırdı hep!

Aşkın sancısı yataydır

Kendi özgür irademizle kurguladığımız ya da yerleşik ahlak anlayışına itiraz ederek büyüttüğümüz ‘Aşk’ ortaya çıktığında, eşlerini aldatan iki isyankarın aforoz edilmesinden daha doğal ne olabilirdi ki? Masal havasının büyüsü dağıldığında, ozanları kıskandıran şiirler hakarete dönecek, cılız haykırışlarımız ve kendini inkar eden ‘AN’ larımız kalacaktı geriye!

Önce ben bıraktım adının sonuna ‘Hanım’ sıfatı koymayı,

Sonra sen biraz sokuldun; içindeki anlamın karanlığına gömüldüğümüzde bakışlarımızı kaçırmak için çok geçti. İlk gözlerimiz istedi ve yasanın dışına çıkarak tenlerimizi ateşin kızıllığı ile tanıştırdı; konuşmalarımızın sonlanması, ancak ikimizin gerçekleştirebileceği bir devrimin arefesiydi ve mananın parolası geceydi!


Yaşam, genelevlerin bulunduğu sokaklar gibiydi çoğu zaman; azgın erkeklerin, bezgin kadınlarla yatma düşleri kurduğu ve yalan aşkların satın alınamayacağının idrakine varılarak, dik yokuşların sarhoş küfürlerinde felsefi yanıtlar aranırdı hep! Birileri aşkın hayalinde kafasını dumanlarken, diğerleri zamanın kısa bir bölümünde şizofren mastürbasyonlar yapardı. En yüce duygular parasızlığın kısırlığında pula dönerdi. En güzel şiirler alkolik masalara meze olmadan önce, cami imamının verdiği vaazlarda aranırdı ‘Huzur’ ve küskündü bize, gelmemeye yemin mi etmişti?

Toy bir aşığın terleyen ve kızaran heyecanı ile günlerce para biriktirdiğimi anımsıyorum; hayatımın ilk kadını parayı çok seviyordu ve yatağı kirliydı, ter-sperm kokuları arasında O’na acemi şiirler söylemek istiyordum, ama şehvet karanlık bir kabustu, içinde kayboldukça küçüldüğüm. Para! Daha fazla para! Olanla yetinmediğinden ceplerimi karıştıran aç gözlü aşkım, inkılap tarihi notlarımın şiir olduğu yanılsamasını yaşadı bir an ve tekrar yerine koyup, elimi ağzına götürerek ısırdı, mavi acılar bırakarak düş dünyasına gitti. Bu başlangıçlarda bırakıldığımdan dolayı, yabancı bir şarkı olmak vardı kaderimde.

Yatağın soğukluğuna katlanabilmek içindi kendimi yakma çabalarım ve alkol hep zamanından önce tükenirdi. Yatağa girince ayılacağımı bilirdim.

Başka bir boyuta geçmek için kapı olarak gördüğüm yatak, yalnızlığım ve alkolikliğimle beni karanlığa kusardı. Savaşmak, çalışmak ve toplum içinde bir kütle oluşturabilmek için hep ayaktaydım. Ayakta durmamın tek amacı, yatma düşlerimin henüz beni terketmemesiydi.

Yatmaya hazırlanırdım ayakta durarak! Sevgiliyi bulabilmek için ayakta durmak zorundaydım hem. Aşka yattığımda bulacağım huzurun, ayakta duyduğum korkunun sonlanması olacağını da biliyordum. Dinlenmek, sevişmek ve ölmek için yattığımda, göz kapaklarım ışığa kapandığında, yani aslında tek amaç doğanın parçası olmaktı ve ruhum, paralelliğin içinde sıçramalar için hazır olurdu.


Şimdi doğa beni, bir safra gibi dışarı atmak istiyordu; uyku, zaman zaman ağırlığını üzerimde hissettirdikten sonra dönmemenin bahanelerini arıyordu. Sevişmelerin yorma ihtimali kalmamıştı, ölümse beklenen bir son olarak gözükmüyordu.

Aşk Sancısı YataydırHayatıma giren kadınların sadece belirli noktalarını anımsayabiliyordum; tüm olarak tasavvur edemiyordum, sisler arasında kayboluyorlardı. Anımsadığım tüm parçalardan ideal kadını oluşturdum. Tüm sevdiğim kadınlardan aşkı yarattım.

Ruh kayıptı sadece.

Kime ait olduğunu bilemediğim gözlerin karşısında saydam bir varlık olarak kalıyordum. Kızıl saçları, pencereden giren rüzgarda dalgalanıyor; göğüsleri, kalçaları ve bacaklarıyla siyah elbisesinin içinde, uykuyla aramdaki tek engel olduğunu gösteriyordu. Sevişmeli miydim? Yorulmak için yorabilir miydim? Ruhumu kabul etmeyen biri ‘Aşık’ olabilir miydi?

Kadınların bedenleri ve kendi ruhumla sevişme çabalarım, başlarda heyecan verici olsa da rahatsız edici bir sonuca ulaşırdı çoğunlukla. Duygu, kimliksiz bir evsizdi; sevişmelerin sertliği sonucu tecavüze uğramış bir mağdur!

Kendimi sevemezken, karşımdakinden ruhumu taşımasını istiyordum bencilce; yarattığım bu yeni tür ‘Aşk’ kirli olmamasına rağmen, kızılderili dumanları gibi şifreleri içinde gizliyordu. Deşifre edilemeden kalktı ve gitti. Tüm aşkları alarak gitti!


Birazdan sabah olacak ve ben, geceyle savaşmaktan yenik düşen ben uyuyabileceğim nihayet! Gecenin ısırdığı saatlerde, yalnızlığıma düşsel ziyaretçiler çok sık uğruyor ve anlamlandıramadığım hesaplaşmaların cenderesinde sadece kendimi suçlayabiliyorum!

Müzik ruhun gıdasıdır: Büyük bir piyanist olacaktım