Ayakkabımın tuhaf hikayesi

Ayakkabı… Farklı coğrafyalardaki birçok geleneğin merkezinde niçin ayakkabı var? Neden yuva kurmak için dahi onlardan medet umuyoruz? Anamıza babamıza göstermediğimiz hürmeti niçin onlara gösteriyoruz? Eğer başıma bir şey gelmeyecekse ayakkabıların sır perdesini aralıyorum.

ayakkabı ayakkabılardan kaçış

Ayakkabıyı icat eden zat, buluşuna böyle derin manalar yükleneceğini bilemezdi. Belki sadece ayağına diken battığı için yapmıştı bu icadı. Ancak Antik Mısır’dan günümüze kadar, ayakkabılar yepyeni anlamlar kazanarak güçlenmeye başladı. Alt tarafı ayağımızı korusun diye üretilen bu ürün; sınıf farklılığının, duygu yoğunluğunun ve hatta devrimin simgesi haline geldi. Lütfen uyanın artık okurlar, hepimiz ayakkabılara karşı tetikte olmalıyız.

Çocukken çok sevdiğim sapsarı botlarım vardı. İlkbaharda bile ayağımdan çıkarmak istemezdim. Ben bir insanı ya da nesneyi çok seversem, bireysel hatalarımdan veya bedbahtlığımdan kesin yitiririm. Öyle de oldu. Eskişehir seferini yapan TCDD treninde ayağımı kalorifere koyup uyuyakalınca, botumun tabanı eridi. Epey üzülmüştüm ki çağımızın hızlı trenleri bile o günü anımsatır bana. Işıklar içinde yat sarı botlarım.


Ayakkabıya yüklenen tuhaf anlamları, şahsımdan öte, evvela Yahudi kültüründe görebiliriz. Feldman’a göre Yahudiler, ayakkabıyı dürüstlüğün ve mülkiyetin sembolü olarak algıladılar. Mesela Yahudi tüccarlar, ticari anlaşma imzalamak yerine, pabuçlarının tekini verirdi müşterilerine. Böylece koşulsuz itimat sağlanmış olurdu. Öte yandan bir arazinin sahipli olduğu, muhtelif yerlere bırakılmış ayakkabılardan anlaşılırdı. Bunun modern uygulayıcısı, tatile çıkacağımızda, hırsız girmesin diye kapı eşiğine ayakkabı koyan babamdır.

Yine eski bir gelenek olarak İngilizler, yolcu edilenlerin arkasından ayakkabı atarlardı. Özellikle düğünlerden sonra gözlenen bu davranış, “tıpış tıpış döneceksiniz” manasına geliyordu herhalde. Günümüz Türkiye’sinde benzer geleneğin su ile gerçekleştiğini biliyoruz. Öte yandan İngiliz gelinler arkalarını dönüp pabuçlarını bekar kızlara fırlatır, her kim yakalarsa kısmetinin açılacağına inanılırdı. Ancak yaşanan kafa travmaları ve parmak kırılmaları üzerine gelenekte birkaç değişikliğe gidildi. Artık benzer geleneğin bir buket çiçekle yapıldığını hepiniz biliyorsunuz.

tehlikeli ayakkabılarÜlkemize dönersek, gelin ayakkabısına isim yazılması ve seremoni sonunda kimin ismi silindiyse onun tez zamanda evleneceğine inanılması epey yaygındır. Kaldı ki katıldığım son düğünde bizzat denedim ve maalesef ismim silinmedi. O günden sonra mevcut sevgilimi de kaybettim ve adeta müzmin bir bekara dönüştüm. İnsan hakikaten batıl inançlara şüpheyle yaklaşabiliyor.

Karl Marx, kapitalizmi basit bir ayakkabı örneğiyle anlatır. Burjuvanın yükselişinden önce esnaf tek başına ayakkabı üretebiliyordu. Fakat manifaktüre geçilince işçiler farklı departmanlara ayrıldılar ve tabanı, bağcığı, astarı farklı yerlerde üretir oldular. Dolayısıyla mesleklerine yabancılaşarak, üretilenin bütününü dahi göremeyen modern kölelere dönüştüler. Başka deyişle, ayakkabı nahoş bir burjuva devriminin başlıca sembolü oldu.

Dünyanın baskın dili İngilizce’de “If I were in your shoes” şeklinde bir deyim vardır. Türkçe’de “senin yerinde olsaydım” manasına gelen bu deyime istinaden, bir dilbilimci olarak benlik ve ayakkabının eş değer tutulduğunu söyleyebilirim. Birinin pabuçlarını giyerek onun yerine geçebileceğiniz mesajı bilinçaltımıza işlenmektedir. Fazla paranoyak olduğumu düşünüyorsanız, ayakkabılar dünyayı ele geçirdiğinde şahsımdan özür dileyeceksiniz.


Bu noktada şu soruları sormak yerinde olacaktır: Farklı coğrafyalardaki birçok geleneğin merkezinde niçin ayakkabı var? Neden yuva kurmak için dahi onlardan medet umuyoruz? Anamıza babamıza göstermediğimiz hürmeti niçin onlara gösteriyoruz? Niçin bir karış topuklu giyerek engebeli kaldırımlarda seksi görünme mücadelesi veriyoruz? Ve bizi unutan vefasızlar için neden “pabucumu dama attı” deyimini kullanıyoruz?

İncil’in bir ayetinde Tanrı, “Edom’a ayakkabılarımı fırlattım” buyurur. Yani yaratıcı, Edom’a kızdığını ve artık evladı olarak görmek istemediğini belirtmiştir. Günümüzde bu, “George Bush’a ayakkabımı fırlattım” ya da “Şimdi terliği yiyeceksin kafana!” cümleleriyle karşımıza çıkmaktadır.

Özetle, ayakkabılar her geçen gün güçlenmekte ve kapitalizmi arkasına alarak, insanoğluna tehlike saçmaktadır. Atalarımız bu tehlikeyi evvelden görerek, “Dost başa düşman ayağa bakar” demişlerdir ama yetmez! Bugün kapı eşiğindeki ayakkabılarınıza dikkatlice bakın. Gerekirse onları güzelce fırçalayıp temiz olmalarını sağlayın ama şunu sakın unutmayın: Masum görünen o pabuçlarınız, beyninizi ele geçirerek sizi alışveriş merkezine götüren kapitalist casuslar olabilir.   

İlgili yazılar

Tanrı ve takdire şayan bir yazar

Cehenneme Övgü – Aykırı bir adamın totalitarizme başkaldırısı


Nadide Hayat: Hiçbir zaman geç değildir!


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.