Toplumsal şizofreni oluyoruz. Bunu çok iyi bilen insan avcıları körpe beyinleri yıkamak noktasında her defasında başka başka zihinsel silah kullanıyor. Televizyon, sinema, radyo, kitap, özel yetiştirilmiş aydınlar argümanların içinde. Sonra ne mi oluyor? Ben, o bir zamanlar o sıcak ekmeği bölüştüğüm Kürt, Laz, Çerkez kardeşimle düşman oluyorum.
Toplumsal şizofreni
İnsanın, doğarken bir ideolojisi yoktur. İyiyi kötüyü bilmez. Güzeli çirkini anlamaz. Günahı, sevabı yazılmaz. Siyasete bulaşmaz. Irkçılık yapmaz. Bunlar hep insana sonradan öğretilir. Bebek doğduğu an üstündeki kan ve doğum kalıntıları yıkanarak temizlenir. Aslında bebeğin en temiz olduğu an o andır. Çünkü Dünya’ya gedikten sonra yavaş yavaş pislenecektir. Ruhu da, bedende, fikirleri de. Ağlayarak doğar insan. Dünya’dan aldığı ilk nefes ona hayatın ilk dersini vermiştir aslında. Yaşamak için nefes al. Ama enteresandır ki ölürken de yıkanır insan.
Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Dünya güzel olaydı doğarken ağlamazdık. Yaşarken temiz kalsaydık, ölünce yıkanmazdık.”
İnsanoğlunun yetişme tarzı, yaşam biçimi, ailesinin standartları, hayata bakış açıları bebeğin bir birey olana kadarki aksiyonunda belirleyici rol oynuyor. Birey olduktan sonraki süreçte hayatı sorguladığı sürece, hayatta alacağı rolü, beklentilerini ve hatta dinini kendisi seçiyor. İdeolojileri yeşeriyor. Siyasi görüşleri beliriyor. Bununla birlikte toplumda edineceği yeri ve statüyü kendisi belirliyor. Kimi master yapıyor kimi lise yeterli diyor. Tabi ki hayat şartları kısaca maddiyat yaşam biçimleri üzerinde etkili lakin birey bunun da üstesinden gelebiliyor. Bir amaç uğruna paranın da hükmümün geçmediği sadece aklın geçerli olduğu ideallere yöneliyor.
En acımasızı sonradan öğrenilen ideolojilerin (en zararlısı siyasi ideoloji) toplumlara verdiği zarardır. Hayatımızda siyasetin olmadığı dönemlerde genç yaştayken ve daha hayata dair net planlarımız olmadığı süreçlerde çok daha mutluyduk.
Gece saat 12 – 1 veya 1 – 2 halı saha maçlarımız olurdu bizim. Maç biter maçın kritiğini yapardık soğuk kaldırımlarda. Sonra mis gibi ekmek kokusu gelirdi burnumuza. Gecenin 3’ünde fırından yeni çıkmış sıcacık ekmek alır, kardeşçe bölüşüp yerdik. O ekmek var ya o ekmek işte o ekmek bizim kardeşliğimizdi. Birimiz Kürt, birimiz Çerkez, birimiz Laz’dı. Ama bizi hiç bir ideoloji, hiç bir kalleş, hiç bir ırkçı ayıramadı. Darısı tüm Türkiye’nin başına. Buna çok ihtiyacımız var.
Bu sebeple çocukluk çağımızdaki saflığı, temizliği istesek de yaşayamıyoruz. Yaşatmıyorlar bize. Kanımıza giriyorlar. Adına sağ, sol, komünizm ne derseniz deyin, bir şekilde içimize işletilen ideolojiler bizi kirletiyor.
Görüş ayrılıkları insanları perişan ediyor.
Anneyi, Babayı, çocuğuna, çocuğu ülkesine düşman ediyor. Hangi ideolojinin hak üzerine olduğunu hiç kimse ispat edemiyor. Sağcı benimki diyor, Solcu benimki diyor. Toplumsal Şizofreni oluyoruz. Bunu çok iyi bilen insan avcıları körpe beyinleri yıkamak noktasında her defasında başka başka zihinsel silah kullanıyor. Televizyon, sinema, radyo, kitap, özel yetiştirilmiş aydınlar argümanların içinde. Sonra ne mi oluyor? Ben, o bir zamanlar o sıcak ekmeği bölüştüğüm Kürt, Laz, Çerkez kardeşimle düşman oluyorum. Yüzlerini bir daha görmek istemiyorum. Hakaret ediyorum onlara. Bu şizofreni şuan bizim toplumumuzu ele geçirmiş durumda. Ben de, sen de, o da bu illetin pençesindeyiz.
En imkansız hastalıklara bile çare bulunur belki ama Toplumsal Şizofreniye çare bulmak zor. Çünkü Dünya bunun üzerine kurgulu. İşte o yüzden dedim ya ölürken iyi ki yıkanıyoruz. Hiç olmazsa bedenimiz temiz kalsın.