Unutma ağrısının eşiği: Hiç unutmaktan utandınız mı?

Vah ki, unutma ağrısının eşiği düşük olanlara! Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı (IASP) tarafından yapılan tanımlamaya göre ağrı: ”Vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, gerçek ya da olası bir doku hasarı ile birlikte bulunan, hastanın geçmişteki deneyimleriyle ilgili, duysal, efektif, hoş olmayan bir duyudur”.

 

Unutma ağrısının eşiği: Hiç unutmaktan utandınız mı?

Ağrı her zaman kişiye özneldir. Bu nedenle kişiden kişiye büyük farklılıklar taşır. İnsanoğlu doğduğu andan başlayarak birçok uyaranla karşı karşıya gelir. Dini, dili, cinsiyeti, kültürü onun duyarlılık yapısını oluşturur. Objektif uyaranların yanı sıra bu sübjektif özellikleri onun ‘ağrı eşiği’ adını verdiğimiz, ağrıya karşı yanıtında önemli rol oynar. İşte bu yüzden ağrılı bir uyarana karşı yanıtta kişiden kişiye farklılıklar görülür.

Yani özetlemek gerekirse; aynı şiddetteki ağrıya hepimiz aynı tepkiyi vermeyiz ve bu farklılık da ‘ağrı eşiği’ dediğimiz kavramın ortaya çıkmasına sebep olur. Ağrı eşiği yüksek olanlar daha şiddetli ağrılarda tepki vermeye; düşük olanlar ise daha küçük ağrılarda ağrı duyusunu hissetmeye başlar. Ağrıyı depreme; insanları ise binalara benzetebiliriz. Aynı şiddetteki bir depremde zemini sağlam olan bir bina ayakta kalabilirken gevşek bir zemindeki bina ise çok rahat çökebilir. Aynı acıya verdiğimiz tepkilerdeki farklılık gibi. Malumunuzdur; toplumumuzda başkasının acılarıyla dalga geçenler de azımsanmayacak ölçüde fazla. Charlie Chaplin’i de yeri gelmişken anmadan geçmeyelim o halde… Ne demişti güldürürken sistemi sarsan adam; ”Benim acım birinin gülüşüne sebep olabilir. Ama benim gülüşüm asla birinin acısına sebep olmamalı”.


Fakat ben size bu tür şeylerden bahsetmek istemiyorum. Bahsetmek istediğim şey tam olarak; ‘insanın unutma ağrısının eşiği.’

İnsan öleceğini bile bile nasıl yaşar?

Kimimizin eşiği yüksektir; unutma ağrısını hiç hissetmeyiz bile. Hatta bazılarımızda bu eşik o kadar yüksektir ki unutma ile alakalı her şeyi anında unuturuz ya da aklımıza dahi getirmeyiz; ama bu grubun aksine bir de ‘unutma ağrısı eşiği’ düşük olanlar var ki onlar en ufak bir unutuşun ya da unutuluşun acısını, en umulmadık zamanlarda yüreklerinin en derininde hisseder. Vah ki unutma ağrısının eşiği düşük olanlara!

İnsanoğlu unutmakla yargılanıyor ve tarafsız (!) savcı herkese müebbet istiyor. Hepimiz unutmak zorundayız. Sebebini de şu basit iki kelime ile anlatabiliriz; ‘unutmazsak yaşayamazdık’. Şöyle ki; karşımızda ölüm gibi açık ve yalın bir gerçek var ama aklımıza kendi ölümümüzü hiçbir zaman getirmek istemeyiz. Bunu Freud’un psikolojik yaklaşımındaki ‘bastırma’ savunma mekanizması ile açıklamak gayet mümkündür. “Birey, kendisine acı veren ya da vermesi olası olan, bünyesinde korku oluşturan vb. şeyleri bilinç dışına ya da bilinç ötesine iterek bastırma / unutma eğilimindedir” diyor Freud amca. E haksız da sayılmaz. Ölüm gibi bir gerçekliği unutturacak bir doğaya sahip olmasaydık olacakları hayal bile edemiyorum. Nazım Hikmet’in “insan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Ya çıldırır ya da öleceğini unutur” dizeleri de tam olarak söylediğim şeyi karşılıyor ancak bu ölüm konusunu fazla uzattık galiba unutalım gitsin…

Hiç unutmaktan utandınız mı?

Unutma acısının da kişiye göre farklılık gösterdiği gibi bir gerçeğimiz var. Kimimiz kolay unuturuz kimimiz ise çok zor; bence asıl mesele unutmamak isteyip de unuttuklarımız ve unutmamak konusundaki zihinsel direnişimizdir.

Geçenlerde haberlerde gördüm; ağrı eşiği düşük olanlarda bu eşiği yükseltmek için birtakım tedaviler yapılıyormuş. Yani insanoğlu olarak fiziki ağrıyı hissetmemek için elimizden geleni yapıyormuşuz. Umarım unutma ağrısını geçirecek bir tedavi de bulunmaz, çünkü insanoğlunun içinde acı çekmekten, özellikle de unutamamaya bağlı çekilen acıdan haz alan bir mekanizma var. Çarkları kör olasıca bir mekanizma…


Unutmaktan utanmak ise olayın en acı verici boyutu. Unutursunuz, unuturuz, unuturlar; ancak unuttuğumuz şeyi bizlere hatırlatacak çok küçük, epey küçük hatta en küçük bir detay, bizi kısa süreliğine bir şok haline sokar. İşte unutma eşiğini aştığımız, acıyı çektiğimiz an tam da o ‘an’dır. Allah hepimizi, onu hatırlatacak küçükce detaylardan korusun. İçten gelen en yüksek sesle: Amin!

Unutmaktan utanmayanlar için ise başka bir sancılı süreç baş gösterir. O da ‘neyi unuttuğunu unutmak’tır. Sabahattin Ali ise bu konuya şöyle değinmiştir; “Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibiyim”. Büyük çoğunluğumuzun bu durumda olduğunu ancak yaşadığımız büyük acıları ne çabuk unuttuğumuzu görünce de ne kadar da unutkan bir topluluk olduğumuzu düşünüyorum.

Şu an için ‘topluluğuz’ diyebiliyorum; zira ne zaman ki acıyı ilk gündeki gibi taze hissederiz, işte o zaman ‘toplum’ olduk diyebileceğim sevgili okuyucu.

Unutmaya çalışmak başlı başına sancılı bir süreçtir. Bitirilmesinde emeği geçen herkesi saygı ile selamladığımız Behzat Ç. isimli dizideki bir tiradda ‘unutamamaktan muzdarip alkolik polis Behzat Ç.  duyduğu acıyı bir rakı sohbeti sonrasında şöyle anlatmıştı:

“Unutmak” kelimesi undan çıkmış. Bildiğimiz un yani, hamur işi, öyleymiş. Unutmak için un ufak etmek gerekiyomuş. Birini bütün olarak unutamazmışsın zaten, öyle pat diye unutamazmışsın. Öyle yavaş yavaş gidermiş, yavaş yavaş unuturmuşsun. Gözleri, kaşı, burnu ile kulağı, sesini yavaş yavaş. Unuttuğun zaman da o kişi olmazmış. Hatırlamazmış. Sonra unuttuğunu unuturmuş. Ben unutmak istiyom la. Her gün ne zaman unutcam diye soruyom kendime, her sorduğum zaman da her şeyi yeniden hatırlıyorum ben, daha net. Unutamıyom ben.”

Behzat Ç.’nin bitirildiği, insanların unuttuğu, unutanların gülebildiği günlerden,


”unutmayı unutanlara” selamlar…