Her ruh mültecidir! Savaş bitecek ve biz ölmek istediğimiz yerde ölmeyi yine isteyeceğiz! Onlar yeryüzünün yeni istenmeyenleri…
Twitter’da gördüğüm bir hashtag beni oldukça sarstı: “Ülkemde Suriyeli İstemiyorum” Ve bu hashtag’e katkı veren on binlerce insan, bu yazıyı yazmamda teşvik edici oldu.
Onlar yeryüzünün yeni istenmeyenleri
Bir varsayımdan yola çıkıyorum. Ülkemizde bir savaş çıksa ve biz, hiçbir tarafa inanmasak ve her tarafın kullanacağı ‘kullanışlı meta’ olmayı gerçekten, bütün kalbimizle istemezsek ne olurdu?
Birileri savaşıyor, hepsinin de bu saçma savaşa dair mantıklı gerekçeleri var. Bir akrabamız, bir yakınımız bir cephede ölürken bir diğeri ise başka cephede ölmüş. Tüm bunların dışında başka cephelere inanan ve bu cephelerin hepsini karşısına alan birçok cephe de varmış. Anlayacağınız ortalık cepheden geçilmiyor. Ya bir cepheye ait olmamayı isteyeceksin ya da öleceksin. Ya seni savunduğunu iddia eden biriyle beraber savaşacaksın (mecazi kelimesi böyle durumlarda bilinmeyen bir yere kaldırılıyor) ya da tüm bu cepheleri kendisine cephe edinmiş onların tabiriyle “kaçacaksın!”
Yanımızda hiçkimse yok ve ülkemiz yönetilemez durumda. Devlet bizi koruyamıyor. bir yere mutlaka kaçmak zorundayız. Birileri için ölmemeyi seçmezsek eğer; kendi ölümünüzün daha çok acı vereninden olmasını seçiyoruz bir bakıma. Ama olsun. Bir yolunu bulduk ve savaştan kaçtık.
Emperyalist devletler barışı getirene dek “mülteci’yiz” artık. “Allah emperyalist devletlere çabuk anlaşmaları konusunda yardımcı olsun.”Bir savaş mültecisinin tek duası bu olmalı. İllüzyondan ne kadar uzak durursak gerçeğe bir o kadar yakınız. Kendimiz ya da yanımızdaki çocuklarla ilgili Allah’tan birşey istemeyi çoktan unutmuşuz ve bu gibi ‘olması imkansız bir gelecek ütopyası’, umrumuzda bile değildir. Çünkü doğduğumuz toprakların uğradığı yıkım bizi böyle bir duaya itmiştir.Emperyalist devletler sembolik gruplarla birbirimizi kırdırmadan evvel, harabeler arasında bir kentimiz vardı. Herkesin “savaş olmayan” kentleri gibi…
Kaçtık!
Ve ülkemiz artık bizleri potansiyel düşman ilan etmiş durumda. Rejim ya da diğerleri. Hepsi ustalaşmıştır çünkü ‘düşmanı göstermede’. Ve de öldürmede…
Kaçtık! Çünkü ‘yaşamak, maharet isteyen bir davranış’ haline geldi ülkemizde. Her yan ölüm kusuyor ve yaşamak, yaşamayı istemek her insanın hakkı değil mi? İstediğimiz şey tek ve en adaletli şey; yaşamak! olmaz mıydı?
Kaçırıldık!
Düşman tarafından kaçırıldık. Eğer insaflıydıysa düşmanımız, gayet kolaydır da ölümümüz. Ani ve acısız bir ölümü getiren düşman tarafından kaçırılmayı istemenin ne kadar komik bir durum olduğunu anladığınızı anlıyorum.
Kaçırıldık! ‘zulme ses çıkardık, ya da yeterince çıkaramadık’ diye. Taraf olmayan bertaraf olur dediler. Taraf olduk, en bertaraf olduk. Yoksa biz de istemez miydik bu cennet vatan uğruna…
Kaçtık! Bir daha dönme umudumuz hep var. Ama dönmeme ihtimalimiz de var. Şansımız varsa Avrupa’da, yoksa da savaşın olmadığı bir başka vatanda, “ölmemek için yaşamak” ne demek anlarız zamanla…
Kaçtık! ve kaçmamız bizim haksız olduğumuzu göstermez. Kullanılmamak, ne demekmiş anlarlar. Belki de 10 sene sonra..
Kaçtık ve mülteciyiz!
Kaçtık! Ve bizlere uluslararası anlaşmalarla sağlanan mülteci statüsünün sahibi olduğumuzu düşünüyoruz.
Ve gittiğimiz ülkenin büyük büyük yöneticileri bizlere mülteci bile diyemiyorlar. Onlar, bize ‘Misafir, sığınmacı’ diyince buraya da ait olmadığımızı anlıyoruz.”Ait olmadığı bir yerde yaşamanın verdiği üzüntüyü anlamaları için onların da başına böyle bir durum gelmeli.” demek, hakkımız olmaz mıydı?
Ve ülkemizde savaş bitse de bitmese de bir süreliğine burada varlık göstereceğiz. Bir süre burada nefes almanın tadını çıkaracağız. Her insan gibi…
Ve savaştan kaçarak geldiğimiz bir ülkede insanlar artık bizi aşağılıyor. Türkiyeli olduğumuza, ülkemizde tarafı olmadığımız bir savaş çıktığına ve birbirimizi acımadan öldürmemize, bakarak…
Ve geldiğimiz ülkede, yine bize kullanılacak bir meta olarak bakıyorlar. Ama olsun burada en azından savaş yok.
Yaşadığımız topraklar bir savaş alanı; sorumlu kim?
Bizim kaçmamızda tek suçlu yok, herkes sorumlu…
Kim istemez ki doğduğu topraklarda ölmeyi. Ama ölümün bile coğrafi konumunu belirleyememe ihtimalini kime söylesek güler bize…
Yaşadığımız toprakların bir savaş alanı haline gelmesinde sorumlu arıyorlar.
Biz söyleyelim “Sorumlu emperyalistlere dur diyemeyen herkes!”
Belki, bu kadar insanın bu duruma gelmesinde, cüzi bir miktarda da olsa sizin de payınız da vardır. Kim bilir?
Herkes bizi kendi yanına çekmeye çalışıyor ama kimse bizi kabul etmek istemiyor. Zor denklem ama biz denklem çözmekten bıktığımız için kaçtık kimse bilmiyor…
Sorumlu ararken ortaya atılan herkes; yardım ederken durup bir düşünüyor. Bu ne biçim bir Dünya la savaşsak daha mı iyiydi yoksa?
Ki bizler de diğer vatandaşların sahip olduğu haklara sahip olmak istesek feryat – figan kopuyor her yanda.
“Lanetli ırk”
Savaş bitince dönmeyi istiyorduk, şimdi savaş bitene kadar aşağılanmamayı da istemeye başladık ve “lanetli ırk” yaftası bu yüzyılda bize aitmiş, bilemedik.
Geldiğimiz ülkeye yıllar önce başka sebeplerden göçenler de var ve onların yaklaşımı bizi daha çok yıkıyor. Amerika hep Amerikalıların mıydı?
Sorumlu arayacak saatte değiliz. Sadece insan gibi yaşamak istiyoruz ama ‘Türkiyeli’ denildiği zaman insanların surat ifadesinin değişmediği bir ülkede.
Her ruh mültecidir!
Savaş bitecek ve biz ölmek istediğimiz yerde ölmeyi yine isteyeceğiz…
İyi ki umut var.
İyi ki hasret var.
İyi ki gurbet var.
Ama çektiğimiz zulümlere, zulüm eklemek isteyenler:
Buralılar, burada doğmuş olma şerefine nail olanlar ve burayı babasından tapuyla alanlar…
Siz niye varsınız?