Kaf Dağına çıkarılmış beklentiler ve toplumsal mutsuzluk

Hayat denilen uzun yolun birer parçası olan bizler zaman geçtikçe neden bu yolda olduğumuzu unutup beklentilerimizi Kaf dağının üstüne çıkarıyoruz? Beklentiler büyüdükçe sorunlar da büyüyor. Bazen geldiğimiz yeri bazen de içinde büyüdüğümüz sosyal ortamı kendi benliğimizden dışarıda tutuyoruz.

Beklentiler ve kaçırılan mutluluklar
BerCeste

Her ne kadar nesiller arası farkın oluşabileceğine saygı da duysak özümüzü inkar ederek yaşamdan bir parça da olsa koptuğumuzu anlamıyoruz. Gözümüz açıldığı anda ise ne tarz hatalar yaptığımıza inanmakta güçlük çekiyoruz. İşte tüm sorun da burada başlıyor.

Uçsuz bucaksız beklentiler

Yazıma bir inceleme sonucunu aktararak başlamayı faydalı buluyorum. Yapılan araştırmalar göstermiş ki son zamanlarda psikiyatri polikliniklerine depresyon ve anksiyete bozukluğuyla başvuran hasta sayısı rekor seviyelere koşmakta. Bunun nedenini anlamak için bir süre önce şahsım adına etrafımda gözlem yapma ve sokağa çıkma kararını verdim. Ulaştığım sonuç şudur ki insanlar aslında mutluluğun ne demek olduğunu ve tam olarak nerede olduğunu bilmemekte.


İnsanların beklentileri o kadar ileri doğru koşturmaya meyilli ki tutabilene aşk olsun. Mesela standart bir insandan daha doğumundan ölümüne kadar beklenilen sorumlulukların ne çılgın düzeyde olduğunu hep beraber inceleyelim…

Doğduğumuz an yanımızdaki bebekle anlamsız bir sağlık yarışına sokuluruz. Biraz büyürüz ve kendimizi konuşmak gibi doğal bir davranışa ne kadar erken başlayıp başlamadığımız açısından beklentiler içerisinde buluruz. 7 yaşına geldiğimizde büyük bir öğrenim yarışının içine sokulduğumuzun farkında eminim hiçbirimiz değilizdir. Öğrenim yaşantımız hep o mükemmel komşu çocuklarıyla veya yaşıtımız olan bir akrabayla yarışmayla geçer. Beklenti ondan her zaman bir adım önde olmak tabi.

Üniversite hayatı birçoğu için başlı başına birbirine üstünlük kurma yarışıdır. Aileler de bir yandan kendi egoist beklentilerini mütemadiyen çocuklarına empoze ederek bu yarıştaki yerlerini alırlar. Çocukların ne istediği önemli değildir. Beklentiler kaf dağındadır ve onu almak için çocukların makine gibi çalışmaları gereklidir. Çocuklarının insan olduğu gerçeği bir süre için rafa kalkabilir bir gerçeklik oluverir. Derken mezun olur çocuklar. Müthiş meslekler, cüzdana sığmayan paralar, son model araba ve evler, çok sağlam kariyerler kazanılmış da bir şeyler eksik kalmış. İnsan olduğunun bilinci bir yerlerde unutulmuş.

Mutluluk nasıl bir kavram belki de hiç öğrenilmemiş

Varlığın içinde yalnızlık, mutsuzluk, umutsuzluk sarıverir dört bir yanı. Sonrası intiharlarla, alınan onlarca psikiyatri ilaçlarıyla, asık suratla geçen bir ömürle devam eder. Beklentiler hiç bitmez. Bir şeyi elde etmenin verdiği mutluluk çok kısa sürer. Bir beklenti gerçekleşirken daha diğeri akıllarda oluşuverir. Mutluluğu elimizde olanda değil de elimizde olmasını amaçladığımız hedefte sanırız. Böylece mutluluğa her yaklaştığımızı sandığımızda sonunda üzülen biz oluruz.


Bizzat yaşadığım çarpıcı bir örnekle düşüncemi temellendirmek isterim. Depresyon tanısıyla takip edilen tanıdığım bir kadınla konuşma fırsatı bulmuştum. Kadın 35 yaşlarında klasik bir Anadolu kadını diyebilirim. Köyde eşiyle tarım işiyle uğraştıklarından bahsetmişti. Neden depresyon ilaçlarını aldığını sorduğumda ise aldığım cevap ders niteliğinde. Kocası her gün çiçek almıyormuş ama izlediği dizideki adam her gün elinde çiçekle eve geliyormuş. Sonrasında bunu kafasında büyüten kadın depresyon semptomları göstermeye başlayınca hastaneye yatmak durumunda kalmış.

Nerede o eski mutluluklar?

Cümleme eskiden böyle şey mi vardı diyerek başlamak istemiyorum. Her kadın hediyeden hoşlanır ama sorarım sevgili okurlar hangimizin babası her gün eve gelirken annemize çiçek alarak geliyordu? O zamanlarda eve ekmek getiren, karısına çocuğuna tebessümle bakan, onlarla ilgilenen, sevgiyi bulunduğu şartlarda en içtenliğiyle bulan baba karakteri yok muydu? Yuvaların sıcaklığı hepimizi ısıtmaz mıydı? Ne oldu da biz o durumlardan bu hallere geldik diye sorarsanız ilk önünüze sunacağım suçlu yanlış kullanılan teknoloji olur.

Sorun nerede?

İnsanların teknolojiyi hoyratça kullanmasıyla birlikte birbirlerini etkileme durumları öne çıktı ve tabi bir de hayattan kendini soyutlamaları maalesef. ”Anne, Ayşe şunu almış ben de istiyorum” tarzı cümleler veya şunlar şuraya gitmiş de biz neden gidemiyoruz kıskançlıkları boy gösterdi. Biraz önce bahsettiğim gibi beklentiler hep bir adım öne atıldı. Mutluluk da beklentilerin yanında kaçıp gitmeye başladı. Yalnız ve mutsuz bir dünyaya hapis olduk.


Sonuç olarak diyeceğim o ki insanların beklenti içine girmelerini anormal karşılamıyorum lakin mutluluk her zaman beklentilerin içinde değildir. Mutluluğun adresini istiyorsanız tam da içinden geçiyorsunuz diyebilirim. Mutluluk yaşadığımız anda gizlidir. İçimize çektiğimiz havada, yaşadığımız şartlarda, zincirlerimizden kurtulup severek yaptığımız her şeyde saklıdır mutluluk. Nazım Hikmet’in dediği gibi motorları maviliklere süreceğimiz mutlu ve güneşli günler yaşamanız dileğiyle.

Kendini bulmak: Yapay mutluluklara saklanmadan yaşamak

İş’te mutluluk mu? İç’te mutluluk mu?

Biz Kimiz? Rollerimiz miyiz?


Özgür Özay
3 eylül 1991'de çorlu ilçesinde hayata gözlerimi açmış bulunmaktayım. Babam astsubay olduğu için güzel memleketimin birçok ilinde yaşama fırsatı buldum. İlkokul ve ortaokulu memleketim Karaman'da tamamladım. Liseyi İzmir Maltepe Askeri Lisesinde okudum. Buradan mezun olduktan sonra ordudan ayrılıp üniversite sınavına hazırlandım. 2011 yılında Tıp Fakültesini kazandım ve şu an Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde son sınıf öğrencisiyim. Ayrıca hayatımı haksızlığa uğramış insanların hak ettikleri değeri bulabilmesine adamış bir yazarım. Hayat deneyimlerimi olabildiğince insanlara aktarmaya çalışacağım. Bunu yaparken taraf gözetmeksizin işimi en doğru şekilde icra edeceğimden kimsenin şüphesi olmamasını buradan duyurmak isterim. Nice barış ve saygı dolu günler dilerim.