Bir şeyleri başardığımızda, bir yere geldiğimizde kendimizi değerli hissederiz, başaramadığımız zaman ise değersiz. Peki gerçekte değerimizi ne belirler?
Değerimizi ne belirler?
İlk soru şu: Başarılarımız ile kendi değerimiz arasında nasıl oldu da böyle bir bağ kuruldu?
Bunun olası nedenlerini ilk çağlara dayanan “hayali” kısa bir kurgu yaparak inceleyelim.
İlk çağlarda bir kabilenin hayatını sürdürebilmesi yırtıcı hayvanlardan ve düşman kabilelerden korunabilmesine bağlıydı. Yani en önemli şey, kabilenin korunmasıydı. Bu nedenle o dönemin en önemli, en değerli kişisi kabileyi koruyabilen fiziksel olarak güçlü ve cesur olan kişilerdi.
Zaman geçtikçe ok ve yayın icat edilmesi, daha etkin bir korunma ve avlanma sağladı. Böylece okçuluk değer ve önem kazanmaya başlarken; kas gücüne dayanan avcıların ise borsa değeri düşmeye başladı.
Zaman ilerledikçe güvenliği sağlamanın en etkin yollarının öğrenildiğini; dolayısıyla koruma ve avlanma işinin daha da kolaylaştığını ve sistemin oturduğunu varsayalım. Böylece artık güvenliğe harcanan onca vakit ve enerji artık boşa çıkar.
Bu sayede toplumda pek iş gücüne katılmayan ve biraz garip dedikleri sanatkarlar ise bu yeni dönemde o toplumun en değerlileri olmaya başlayabilirler. Çünkü, ancak hayatta kalma işini hallettiğimizde, hayatı yaşama işi başlayabilir.
Hayatı yaşama ve yorumlama işi daha çok sanatçıların yetenekleri dahilindedir.
Revaçta olan meslekler güvenlik, yani bir nevi askeri alandan, sanat alanına geçiş yaptı diyebiliriz. Evet yeteri kadar kurgu tarih yaptık sanıyorum. Şimdi zamanımıza gelelim.
Aynı eski tarih kurgumuzdaki gibi bugünün gözde meslek ve yeteneklerin zamana bağlı olan değerler olduklarını farketmemiz gerekmektedir.
Dolayısıyla kendi değerimizi mesleklere ve başarılara bağlamak sanıyorum ki hem doğru değil, hem kendi değerimize bu kadar etkilemeleri adil değil.
İşte her kişinin kendisini koruması gereken nokta budur. Dışarıdan gelen zamana bağlı bu değerli veya değersiz yorumlarından kendimizi koruyabilmeliyiz.
Bu arada, dışarıdan onaylanmaya ihtiyacımız olmamalı demiyorum, onlara muhtaç olmamalıyız diyorum. Çünkü o ilk çağlardaki zamansız dünyaya gelen sanatçı olabiliriz.
Ok ve yay icat edilmeden, okçuluk yeteneğiyle dünyaya gelmiş biri olabiliriz.
Bu nedenlerden dolayı kendimizi değersiz hissetmemeliyiz. Zamanında doğan bir okçu isek de, bu neden dolayı da bir övünmeye giriyorsak, onu da bir düşünmeliyiz.
Elimizde ne kalıyor derseniz
Hayatta kalmak adına sevmediğimiz işleri yapmak durumunda kalabiliriz. Ama bu başka bir işe dönüşüm ve değişim olasılığını yok etmez, etmemeli.
En nihayetinde gerçek kendimizi ifade edebildiğimiz kadar değerli olacağız.
Ne demek bu. Devir okçuluk devri olmasa da, bundan keyif alıyorsak yapmalıyız.
Devir sizin yaptığınızı sanat olarak tanımlamıyorsa bile, bunda keyfi, eğlenceyi bulabiliyorsak yapmalıyız.
Bu bilgiler ışığında zamana ait hedeflerimizle, zamansız olan kendi özgünlüğümüzü dikkat etmemiz gerektiğini söylemek istiyorum.
Şuan hiç bir ederi olmayan ama size muazzam keyif veren, sizi siz yapan şeyleri yapmanıza da izin vermelisiniz diyorum.
Yoksa insanların, toplumun onayını alan, fakat yeteri kadar kendi özgünlüğümüzü ortaya koymaya izin vermeyip, kendimizden onay alamamış bir kişi haline geliriz.
Birçok kişi de bunu yaparsa, öyle bir toplum haline geliriz.
Bahsettiğimiz o toplum olduk zaten değil mi?
Hepimiz büyük bir değişim yaratmak, bunun bir parçası olmak istiyoruz. Bu uğurda çok uğraşı verenler, zaman harcayanlar var.
Peki kendimizde o değişimi başlatmayı başarmadan, bu konuda çaba göstermeden, dünyayı değiştirebilmeyi düşünmek saçma değil mi?
O adımı atmanın zamanı geldiyse… Hadi başlayalım…
Bu arada neye adım atmak konusunda çok emin olmanız gerekmiyor, çoğunlukla yolda öğreniyoruz gerçekten neyi isteyip istemediğimizi ..
Bu korkutucu ve bilinmeyen yol yerine çok daha basit bir yol var…
Başka insanların yaptığını yapmak.
Döndük değil mi başa.
Tercih sizin.