‘Yine aylardan Kasım’. Bu ay, benim doğduğum ay. Benim için Kasım ayı; içe dönme, içe bakma ve hayatı gözlemleme zamanı olmuştur. “Neredeyim?” “Ne yapmayı istiyorum? Ne yapıyorum?” ve “Ne yöne gidiyorum…?” sorularını kendime sorduğum bir aydır. Bu soruları zaman zaman kendimize sormak ve içimizde cevabını aramak çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
- Kendimizden neyi ya da kimleri ayırıyoruz?
- Neleri kabul etmiyor ve ret ediyoruz?
- Kimleri ya da neleri yargılıyor ve kendimizi hangi konularda diğerlerinden üstün görüyoruz?
Ötekinin ve Diğer ‘Ben’lerin Hikâyesi
Çingene ruhum coşuyor. Dünyanın tüm halkları içimde yaşıyor. Tüm ülkelerin toprağıyla doluyor içim. Bu topraklarda yaşanmış olan ve şimdi yaşanan tüm acılardan boğazım düğüm düğüm… Gözyaşları yıkıyor bedenimi. Şimdi tüm kavuşamayanlar, yitirenler ve vatan özlemi çekenler “ben”im. Sevdiklerinden ırak düşmüşleri, tüm evlatlarından koparılmış anaları içimde taşıyorum. Tüm yargılar ve yargılananlar yüreğimin derinliklerinde.
Kabul etmediğim düşünceler tek tek zihnime üşüşüyor. Ret ettiğim, kendimden ayırdığım insanların gölgesi üzerimde. Anladım ki; ben kaçtıkça, gölgeleri daha çok üzerimde büyüyor. Hiç görmediğim yerlerin sınırlarında duranlar, vatanından koparılanlar yüreğimde… Tüm kırgınlar, yıkılan düşler içimde parça parça olmuş; kendi parçalarımla tekrar birleştirmeye çalışıyorum, tekrar bütünleşebilmek için…
Kimdi öteki? Az gördüğüm, hor gördüğüm? Dünyayı ona dar, bana geniş etmek istediğim kimdi? Ne kadar ayrıydı benden? Ne kadar eksikti? Yemez miydi? İçmez miydi? Sevdiklerini bağrına basmaz mıydı o? ‘Öteki’ üzülmez miydi? Benim kurduğum hayaller onda yok muydu? Sahi, bende olup da; onda olmadığını sandığım neydi?
Şimdi hepsi içimde bir Çingenenin ağıtı, bir Yahudi’nin çığlığı, bazen bir söz, bazen hüzünlü bir buzuki, bazen klarnet namesi olup yüreğimin tellerini titretiyor; yaşanmış hazin öykülerinde. Bir ağıt yakıyor ruhum; ezilmiş, itilmiş, ötekileştirilmiş, hor görülmüş tüm ırklar ve insanlar için.
Her dilde söylediğim bir ağıt var dilimde… Söylenen sözleri anlaşılmasa da; her dilde her yüreğe dokunan! Doğduğu topraklardan, vatanından sürgün edilen herkes “insanlığın kalbine” geri dönmek istiyor şimdi, onlara açtığım yüreğimin içinden geçerek…
Söylenmeye bile dilin varılmadığı acılar yaşandı dünya üzerinde. İnsanın insana yaptığını, insanın insana çektirdiğini başka hiç kimse ve hiç bir şey yapmadı. Sevgi, insani duygular ve vicdan yüreklerimizden çekilip; korkular su yüzüne çıktığında içimizdeki cehennemi saçtık dünyaya her çağda ve cehennemi yaşattık insanlara…
Korktuk, korkuttuk. Kendimizi sevmedik diye, herkesten nefret ettik. Kendimizi aciz hissettik, dünyaya boyun eğdirmek istedik. Varlığımızı, duygularımızı ve sadece kendi inancımızı meşru kılmak için o dinden dedik, zulmettik. Şu ülkeden ve ırktan dedik insanları katlettik. Aslında en çok da içimizdeki insanı öldürdük. Yapılanlara ve yaşananlara sessiz kaldıkça, her an biraz daha ölen sadece “bazıları” değil, aslında hepimizdik!
Hepimiz birdik aslında yeryüzünde; birbirimizden ayrı gayrı değildik. Ötekileştirdiğimiz her insan, içimizden biriydi. Bir araya gelmekten korktuğumuz, kimi zaman varlığına bile tahammül edemediğimiz bizdik, bilemedik! Yargıladığımız her şeyin gölgesini kendi içimizde taşıyorduk, bunu göremedik ya da görmeyi ret ettik.