Kaf Dağını Aşmak

Misafir odaları vardır birçoğumuzun evinde. Misafir bardağı ya da tabağı, çanağı…

Koltuklarımızın üzerine koltuğun rengiyle alakasız bir örtü örtülür, misafire ait odaların içinde. Hem, en çok beğenip de alınan koltuk üzerindedir o örtü. Mağazada rengi en çok hoşumuza giden koltuğun üzerindedir, koltuğun renk tonundan kat kat farklı olan bu örtü. Ayrıca o başına misafir eklenen bardaklar, çatallar, kaşıklar…

misafir

Hiç biri kullanılmaz evde! Eee misafir var başında, ne de olsa… Misafir gelecek, örtü kalkacak. O bardaklarla ancak misafir çay içecek. Yıllar önce alınıp en üst rafa konulan o çaydanlık da misafir geldiğinde inecek oralardan. Misafir giyecek, bugüne kadar evde giyilmeyen rahat terliği.


Misafir, misafir, misafir… Peki ama neden ? O bardaklardan çayı ev halkı içse ne olur, terliği giyseler ne? Çok mu misafirperveriz, ondan mı bütün bunlar? Evet, misafirperveriz… Ancak bu hassasiyetin sebebi misafirperverliğimiz mi, tartışılır. Kaldı ki bence tartışmaya dahi gerek yok, tabii ki misafirperverliğimiz değil. Bize bütün bunları yaptıran zihniyet,  ‘konu komşu ne der’ , ‘millet ne der, el kınar’ zihniyeti! Yıllardır bu düşüncelerle kendimiz olamadık bir türlü. Benliğimizi ortaya işte bu fikirlerden dolayı gerçekleştiremedik. Bir komşu vardı ki tüm eleştirel odaklarını bana çevirmiş. Yahu bu komşu ben yapsam gözlemliyor mu ? Ayrıca gözlemlese ne olur ? Bugüne kadar birçoğumuz bu düşüncelerle yaşadı, çevre tepkisinden dolayı gencecik evlendirildi. Ayşe teyzeler, Fatma komşular belirledi bizim kriterlerimizi. Erkeğe pembe yakıştırılmadı, kızlar geceleri dışarıda olmaz dendi…  Kalabalık bir restorana girince ‘herkese afiyet olsun’ diyeni yadırgayan bakışları işte bu düşünceler oluşturdu! Annesinin dizinin dibine oturtulan, çiçek olup saksıya hapsedilen nesiller yetiştirildi yıllarca. Konuşan yadırgandı, gülen yargılandı…


Bütün bunlardan dolayı da herkesin imzası birbirine benzedi! Diğerinden farklı bir hareket edince gözler üzerine çevrildi birçoğumuzun. Ne yapabilirdi, herkes gibi giyindi üzerinde gören göz bebeklerini. Herkes gibi konuştu, yazdı, yorumladı…  Çünkü farklılaştığında eller ne derdi… Bu düşüncelerle aşamadık yıllarca kendimizi. Saydık kaldık, aynı yerimizde. Ayşe teyze, Fatma komşu; yahu bi durun Allah aşkına ! Bu insanların parmak izleri bile birbirinden farklıyken düşünce yapıları niye aynılaştırılmak istenmekte ki ? Niye kendimiz olamıyor, başkalarının düşünceleriyle hayatımıza yön veriyoruz ? Oysa bu, hayattaki tek ve son şansımız. Tekrar gelemeyeceğiz, geçen günleri getiremeyeceğiz. Dahası yok ! Tekrarı da özeti de yok…


Ve herkesin yalnızca tek bir dağı var. Hayallerinden, hedeflerinden ve arzularından oluşan. O dağı benliğiyle oluşturuyor insan. Ve üzerine kendi imzasını atıyor! Herkesin dağındaki imza aynı olunca ne olur ki ? Daha doğrusu farklı olsa, bundan kime ne ki? Aşmak için bu dağı, ‘eller ne der’ gibi düşünceleri bir tarafa bırakmalıyız. Herkesin kendi olduğu ve kendini gerçekleştirebildiği bir ortamda inanın insanlar daha rahat ve huzurlu olacak. Var mıyız kendi dağımızı aşmaya, Kaf Dağı’nın üstünden karıncalara el sallamaya ?