Kırmızı Başlıklı Bay Israrcı

Boşlukta bir o tarafa, bir bu tarafa sallanıyor, çok zaman önce değil, yakın zamana kadar tümüne hakim olduğu nesneyi düşlüyordu; aslında ne kadar da güzeldi! −’Hiç dokunmamalıyım buna’ dedi…

Vincent van Gogh-kırmızı bereli adam-indigodergisi

Elinde duran şeyin oyun hamuru olduğunda ısrarlı, bay ısrarcı, çabuk ve kıvrak hareketlerle, şekli aslında zaten belli olan şekli, bambaşka bir şekle sokmaya çalışıyordu… İnatla eviriyor, çekiriyor, kıvırıyor; olmuyor tekrar baştan yapmaya çalışıyordu; sonra bir daha, bir daha…

Bay ısrarcı; adı üstünde oldukça ısrarcı, inatçı, dediğinden dönmeyen, hadi döndü diyelim anında unutan, kabul etmeyen bir değişikti. Gerçekte ne yapmak istediğini, yanında mecburen bulunan diğer değişikler dahi kimse anlamazdı. Maneviyatları oldukça kuvvetli, maddiyata hiç önem vermeyen diğerlerinin “duygusal” bağımlılıkları vardı bay ısrarcıyla. “Duygulara” çok önem verdiklerinden de, hiçbir zaman karşısında duramazlardı. Her konuda, durum ne olursa olsun, mecburen anlamış gibi yapar, yanlışları görseler dahi yine bir o kadar mecburen üstünü kapatmaya çalışır, onu haklı çıkarmak için didinip dururlardı; ‘e mecburen, mecburiyetten!’


Genel olarak anlaşılmazlık, ısrarcının katı, başkasını dinlemez tavırları, kendi çevresinin haricindekileri oldukça rahatsız ediyordu. Onlar da diğer değişikler gibi anlam veremiyorlardı. Anlam çıkaramama durumları aynı sayılsa da, diğerleriyle aralarında bir ayrım vardı; bu, zaman zaman çeşitli tahminler yapabilmeleri ve bunları sıska bir sesle de olsa diğerlerine anlatmaya çalışmalarıyla net olarak ortaya çıkıyor, gözümleniyordu. Ortaya çıkıyordu çıkmasına da özünde zaten sıska kalan bu açıklamalar, engelli pistin acemisi bir koşucu gibi her engele takılıyor, her yeni adımda biraz daha sıskalaşıyor, tam sese dönüşecekken de neredeyse kaybolup gidiyordu. Son çıkan pıslamadan da doğal olarak kimse pek bir şey anlamıyordu.

Bay ısrarcının şekli, kendi düşüncesinin aksi bildirimleri almaya tamamen kapalıydı; bu anlamda gelen tüm bildirimler hemen engelleniyor, reddediliyor, ‘aradığınız kişiye şu an ulaşılamamaktadır, sonraki anlarda da ulaşılamayacaktır’ sinir bozucu mesajı mırıldanıyordu sanki. Tüm engellemelere rağmen şaşılacak şekilde ulaşabilenler ise tek tuşla yok sayılıyordu.

Genel itibariyle hâl böyle olunca, bay ısrarcı gayet sakin, elindeki nesneyi değiştirme çabalarını rahat rahat sürdürüyor, türlü hareketler denemeye, olmayacak şeyler yapmaya devam ediyordu… Şekil şekil olalı, böyle bir şekil görmemişti!

11

Ama bir sorun vardı ortada!

Vardı, evet ve kesinlikle, hem de oldukça büyük bir sorun; dört bir taraftan kokusu geliyordu!.. Peki neydi bu fazlasıyla rahatsız edici koku?!


Gel zaman, git zaman; otur zaman, koş çabuk terliklerimi getir oğlum zaman, öyle bir şey oldu ki… Kimseye kulak asmayan bay ısrarcı, birdenbire elinde duran nesnenin aslında iki kelime ve on harften oluşmadığını, tek kelime ve beş harfli olduğunu anladı. Bunu anlamasıyla, elindeki nesnenin artık çok fazla yıpranmaya başladığını anlaması eşzamanlı oldu. Nesnenin rengi gittikçe kızarıyordu… Neredeyse kan kırmızılaşmasıyla lime lime dökülmeye, yavaş yavaş kopmaya, parçalanmaya başlamıştı. Parçalar dökülüyor, dağılıyordu… Ne kadar toplamaya çalışsa da faydası olmuyordu; eli ayağı karıştı, ne yapacağını bilemez durumdaydı… Tüm düzen ve bütünlük tamamen bozulmuş, hiç tahmin edemediği değişimler olmaya başlamıştı. Yanından hiç ayrılmayan kişiler birer ikişer gözden kayboluyor, biri nesnenin bir parçasıyla, diğeri başka bir parçasıyla, diğerleri farklı parçalarla bambaşka yerlere savruluyorlardı… Veda bile edemeden, hızla ayrılmışlardı. Bay ısrarcı da onlar da ne olduğunu anlayamıyorlar, konuşamıyorlardı bile.

O da hemen bir parçaya sığınacak oldu ve bir ıslık çalıp “hey parça” diye seslendi! Dağılan parçalar oyun hamuru olmadığı gibi binip uzaklaşabileceği bir taksi de değildi tabi. Zaten tüm parçalar çoktan başka taraflara gitmişti. Her şey bir anda oldu sanki, neye uğradığını şaşırdı! Sığınacak ufacık bir tane bile kalmamıştı.

Boşlukta bir o tarafa, bir bu tarafa sallanıyor, çok zaman önce değil, yakın zamana kadar tümüne hakim olduğu nesneyi düşlüyordu; aslında ne kadar da güzeldi! −’Hiç dokunmamalıyım buna, dedi, sanki hâlâ tümüne hakimmiş gibi; ama artık her şey için çok geçti, vakit geç oldu, yol uzun, artık eve gitmem lazımdan da çok çok geç!’

Bay ısrarcı, tüm ısrarlara rağmen boşlukta kaybolmayı seçmişti.

Gözden kaybolmadan az önce ise tekrar düşlediği nesnenin şeklinde ufak değişiklikler aklına gelmişti, ama düşünmeye dahi fırsatı olmadı; boşlukta birdenbire, sanki sadece o an varmış gibi, o an yok oldu!


Bay ısrarcı; bir vardı, bir yoktu…


Cihan Yılmaz
İstanbul’da yaşar, İstanbul’u da ülkenin bütününü de çok sever. Ne güzel topraklardır bu topraklar; ne güzeldir bu topraklarda düşünmek, yazmak, çizmek, yaşamak; güzeldir elbet…