Tezer Özlü: Yaşı olmayan bir kadının yaşamın ucuna yolculuğu

Tezer Özlü: “Yeryüzünün öyküleri sonsuzdur. Biri anlatmayı bitirdiğinde, bir başka yerde, bir başkası anlatmaya başlar… Biri ölmeye başladığında, bir başka yerde yaşama başlıyordur diğeri.”

Tezer Özlü: Yaşı olmayan bir kadının yaşamın ucuna yolculuğu

Her insan bir öyküdür. Bazılarının öyküsü ölmeden anlatılır biter, bazılarının öyküsü ise öldükten sonra anlatılmaya başlanır. Nedenini üzerine çok şey söylenebilir. Kimi kadir kıymet bilmezlik der, kimileri nekrofillik… Ben sizlere öyküsü öldükten sonra anlatılmaya başlayan bir kadın yazarımızdan ve onun bir kitabından söz etmeyi deneyeceğim bu yazımda.

Zor yaşamlar hep böyle nahif insanları mı bulur? Bilemem… Ancak nahif olduğu kadar çetin ceviz olmayı da bilmiş, psikolojik sorunlarıyla boğuşmayı da bırakmayarak, kendi şartlarında hayata tutunmayı başarmış, doğrularının peşinde çok erken de olsa koşmaya başlamış bir kadın yazarımız Tezer Özlü…


Tezer Özlü, kitapları az sayıda olmasına karşın çok okunan, alakayı üzerine çok çeken bir yazar…

Avusturya Kız Lisesi’ne giden; ancak mezun olmayan yazar, 1961’de yurt dışına çıkar. Daha sonra babasının ricası üzerine sınavlara girip okuldan mezun olacaktır. 1962 – 1963 yıllarında otostopla Avrupa’yı gezer. Bu, o dönem için, şaşırtıcı bir şeydir Türk toplumu için. Üstelik böyle bir yolculuğu bir kadın gerçekleştirirse olağanüstüdür de.

Hemcinslerinin dışında böyle bir yolcuğu yine rahmetli şair, Cahit Zarifoğlu gerçekleştirecektir yıllar sonra. Aralarında, dünya görüşleri, hayatı algılama biçimleri, değer yargıları açısından hiçbir ortak yön olmamasına rağmen, ikisi de çok iyi derece Almanca bilir ve Alman kültürüne oldukça hâkim kişiliklerdir. Yolculukları çok severler. “Yolculuklar ilginçtir. Yaşamın sürekliliği içinde, başlı başına kesitler oluştururlar.

Dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden gecelerden geçilir. İnsanlardan geçilir. Irmaklar görülür. İnsanlar görülür. Kalabalık ya da bomboş istasyonlar belirir. Sonra herhangi bir ormanla karşılaşırsın. Belki birkaç gün önce geçtiğin bir orman.  Bir kent. Ağaçların kızıl kahverengiliğini, yeşilini, çıplaklığını algılamış mıydım, diye sorarsın kendi kendine. Yol kıyısında bir başına bir çocuk durur. Büyük bir siyah şemsiye tutar elinde. Yeşil, yün örgüsü bir başlık giymiştir. Elinde gene yeşil, cırtlak yeşil bir plastik torba tutuyordur. Yanı başında güttüğü iki koyun durur. Çocuk, kendini bürüyen yalnızlığın, boşluğun bilincinde değildir. Ve diğer dünyaların. Her insanın oluşturduğu bir bütün dünyanın. Sonra yol ilerler. Dünyalara açılan, yeni yaşamlardır yolculuklar.”

Tezer Özlü, özel hayatında geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 – 1972 yılları arasında İstanbul’da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kalmış. Hem bu yılların, hem de rahatsızlıklarının izlerini eserlerinde görüyoruz (Çocukluğun Soğuk Geceleri). Üç kez evlenen Tezer Özlü, üçüncü evliliğini Hans Peter Marti ile 1984’te yapar ve Zürih’e yerleşir. Göğüs kanseri nedeniyle 1986’nın 18 Şubat’ında burada ölür. Mezarı Aşiyan Mezarlığı’ndadır.

Eski Bahçe (1978) Çocukluğun Soğuk Geceleri (1980), Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde 1983) Yaşamın Ucuna Yolculuk (1984), Eski Bahçe – Eski Sevgi (1987), Kalanlar (1995), Zaman Dışı Yaşam (2000), Tezer Özlü’ nün eserleri.

Tezer Özlü ve Yaşamın Ucuna Yolculuk

Yazarın eserlerinden, özellikle, Çocukluğun Soğuk Geceleri ile Yaşamın Ucuna Yolculuk önemlidir.

tezer özlü yaşamın ucuna yolculuk

Svevo, Kafka ve Pavese etkisi

Benin söz etmek istediğim Tezer Özlü’nün önce Almanca yazdığı, Auf den Spuren eines Selbstmords, sonra da Türkçede yeniden yarattığı Yaşamın Ucuna Yolculuk anlatısı. Yazar, bu romanın 1983’te yayınlanan Almancası ile 1983 Marburg Yazın Ödülü’nü almış. Benim okuduğum metin de bu romanın 2011 Ocak’ında YKY’ den Tezer Özlü’nün külliyatından çıkmış 15’inci baskısı. Yazar bu kitabında kendisini çok etkileyen üç yazarın izini sürüyor: Svevo, Kafka ve Pavese…


Bu yazarların içinde Pavese’nin  özel bir yeri var. Pavese  yaşadığı hayattan hoşnut olamayan bir yazar, Tezer Özlü gibi. Ayrıca  Tezer Özlü ile Pavese aynı günde doğmuşlar; 9 Eylül… Yazar sürekli değişen erkek kahramanlarla, sürekli bir diş ağrısıyla, uzun bir yolculuk yapıyor. Berlin-Hamburg-Berlin, Batı-Berlin-Doğu-Prag-Viyana-Zagrep-Belgrad kentlerini, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Çekoslavakya, Avusturya ve Yugoslavya’yı geçip Bulgaristan’a varır. Oradan geri döner Niş’ten Trieste’ye, oradan da Torino’ya geçecektir. Nasıl Prag’da Kafka varsa, Trieste’de İtalo Svevo, Torino’da da Cesare  Pavese vardır. Trieste’de İtalo Svevo’nun yaşamını didikler, kızı Letiza ile görüşür. Gündemle de oldukça ilgilidir. Dünya kupasında İtalya – Almanya final maçında İtalya’nın,  Almanya’yı yenerek Dünya Şampiyonu olması, Arjantin’in Falkland adaları sorunu, İsrail-Filistin savaşı da yazarın ilgi alanındadır.

Bu arada yazarın yolculuğuna bir de Yunanlı genç karışır. Delikanlı Selanikli’dir, gitar çalmaktadır ve Rolling Stones’un Torino’daki konserine gitmektedir. Yolları Trieste’de ayrılır.

Yazar için son durak, kitabın başından sonuna kadar çeşitli aforizmalarını alıntıladığı Cesare Pavese’nin şehri Torino’dur.

“Bu kentin nehir kıyısında ve tepelere doğru yükselerek yer alması gerekirdi. Hiç bir kentin Torino kadar intiharı düşündüren, insanı intihara iten bir mimarisi olamaz. Yok. Dağlara kapalı. Po Nehrine kapalı. Güneşe kapalı. Gökyüzüne kapalı. Yağmura kapalı. Yıldızlara kapalı. Esintilere kapalı. Her açıklığa ve genişliğe kapalı. Soluklara kapalı. Tüm gökyüzünü örten galeriler gerisinde gizli. Kent boyunca yürünen mermer tabanlı, ağır kalın taş sütunların taşıdığı, yer yer tavanından lambaların sarktığı, büyük, görkemli mağazalara açılan, sık sık eski kahvelerin sandalyelerinin, masalarının yer aldığı galeriler, zaman zaman ağır heykellerin, büyük taş aslanların ürkütücü biçimde durduğu alanlara açılıyor. Alanlarda insanlar yok. Büyük, eski yapıların gri ve toprak rengi sıvaları giderek daha da koyulaşmış, ağırlıklarında zamanın dayanılmazlığı var. XX Septembre Sokağında ilk evin merdivenlerine bakıyorum. Avluya açılan giriş katına hafif bir ışık sızıyor. Katlara yükselen boşluk karanlık içinde.”

Özlü, sadece, bu karanlık şehirde kalmaz. Pavese’nin doğup büyüdüğü yer olan S.Stefano Bello’ya da gider. Orada Pavese’nin dostu olan Nuto ile görüşür. Torino’da Pavese’nin intihar ettiği Roma Oteli’nin 305 numaralı odasını ziyaret eder, ama bu odada kalamaz. Pavese’nin yaşadığı bütün mekanları arşınlar. Burada kaldığı sürece bütün çabası O’nu bütünüyle anlamaya yönelik olacaktır. Kitap, Perese’nin intiharını yaşayarak anlamak üzerine yazılmış satırlarla sona eriyor. Tezer Özlü, gerçekten anlaşılması için anlatılması gereken bir yazar.

Yazımı, Tezer Özlü’nün kendinden bahsettiği satırlarla bitiriyorum:

“Otelden çıkmadan önce ayna önünde yorgun yüzümü çevreleyen saçlarımı tararken, Gerede’de beyaz okul yakalarını ve tafta kurdelelerini kolalayan çocuğu, bayram günlerinde kahramanlık şiirlerini bağıran öğrenciyi, kentten kente koşan, dünyayı arayan genç kızı, yorgun bir ev kadınını, iki kocanın hem sevdiği, hem hırpaladığı, iki kocayı, hem seven, hem hırpalayan, iki koca tarafından hem aldatılan, hem iki kocayı aldatan kadını, bütün direncini kendi kaynağından alan kadını, hiçbir zaman yaşamın dışına atılmamış bir insanı düşünüyorum. Onu itebilecek tek kişi gene kendisi. Kendine yaşamın sonuna başlangıç yaptın diyorum… Ölümü denemekse on sekiz yaşında intihar ettin, güzel genç bedenin ile ölmek, cesedini bulacak kişileri korkutmak, alın, bu acımasız yaşam sizin olsun, demek istedin. İyileştirdiler. Artık sen de acımasızsın.”

İz Bırakan Kadınlar Kulübü

Aşık Değilim Sevdalıyım


Ayşe Kulin’den Tutsak Güneş