İsmail Hakkı: Bir kekonun sıradan hikayesi

Hakkı, avurtları içine çökmüş, kirli sakallı, tek kaşlı, esmer tenli, pek yakışıklı olmayan bir genç. Son zamanlarda vahim bir sorunu var. En az buzulları eriyen penguenler kadar yalnız hissediyor.

İsmail Hakkı: Bir kekonun sıradan hikayesi

İsmi Hakkı. Yirmi yaşında. Adana’da yaşıyor. Lise mezunu ve işsiz… Her gün iş bulacağım vaadiyle akrabalarından harçlık koparıyor. Sonra da parayı içki ve sigarayla eziyor. Genel kültürü sınırlı, genel görgüsüzlüğü sınırsız bir zat. Okuması için gerekli olanaklar sunulsa da bugüne dek tek bir kitabın kapağını açmamış. Hayata dair ne amacı var ne de vizyonu…

Yine de her şeyin en iyisini Hakkı biliyor

O, mahallenin kabadayısı. O, doğunun bağrından kopmuş bir kültür yumağı.


En büyük hobisi; telefonunun hoparlöründen mahalleye arabesk dinletmek… Mor gömleğini giyip bağrını açtığı vakit, ondan mutlusu yok. Altına siyah kumaş pantolon, onun altına da düşmanlarının bağırsaklarını deşecek kadar sivri bir kundura giyiyor. Kundura yeni boyanmış, tespihiyle tam da aynı renkte.

Hakkı, avurtları içine çökmüş, kirli sakallı, tek kaşlı, esmer tenli, pek yakışıklı olmayan bir genç. Son zamanlarda vahim bir sorunu var. Onu gönülden sevecek bir yavuklu hasreti çekiyor. En az buzulları eriyen penguenler kadar yalnız. Tabii fazla gururlu olduğu için bu konuyu kimseyle konuşmuyor. Biz de deşmeyelim.

Babası okuması için canını dişine taksa da Hakkı’nın lise yılları haylazlıkla geçti. Sürekli kavga ederdi. Her kavgasını bir Kürt destanı, bıçakladığı her çocuğu da püskürtülmüş bir düşman olarak görürdü. Gururluydu. Öğretmenlerinin boyunduruğu altına girmeyi reddediyordu. Okuldaki vaktinin yarısını kavgayla, diğer yarısını da kanlı destanlarını anlatarak geçirirdi. Fantastik hikayeleri vardı. Arkadaşları “yok artık amuğa” dediğinde, bacaklarındaki jilet izlerini gösterecek kadar da dobraydı.

Hakkı haliyle üniversiteyi kazanamadı. Babasına kötü haberi verirken elinden gelen her şeyi yaptığını söyledi. Asıl suçlunun hükümet olduğunu, T.C.’nin Kürtlerin hakkını gasp ettiğini belirtti. Hakkı’nın babası sinirli bir adamdı. Oğlunu eşek sudan gelinceye kadar dövdü. Oğlunu değil, kendi hazin kaderini dövüyordu aslında.

Ben adam olamadım, bari oğlum adam olsun!

Babası o gece kalp krizinden öldü. Cesedi Şırnak’ta toprağa verildi. Hayatı boyunca sefalet içinde yaşamış, bir gün bile refah yüzü görmemiş bir adamdı. Ancak onun gibi asgari ücretle geçimini sürdüren yüz binlerce Türk insanının olduğunun da farkındaydı. Hiçbir zaman etnik gerekçelere sığınıp dağa çıkmadı. Her zaman vurguladığı bir söz vardı: “Ben adam olamadım, bari oğlum adam olsun!”

Hakkı gasp yolunda ‘mastır’lı

Hakkı, Adana sokaklarında başıboş dolaşmaya devam ediyor. Babasının ölümünden sonra zinciri kopmuş bir köpek gibi. Ona harçlık veren akrabaları da ellerini ayaklarını çektiler. Onu gören amca, emmi, hala, yenge yolunu değiştirir oldu.


Geçenlerde kolye ve cep telefonunu satıp, yerine bıçak satın aldı. Gasp dalında mastır yapıyor sevgili Hakkı. İnsanlardan nefret ettiği için, en ufak bir vicdan sızlaması hissetmiyor. Her geçen gün onu hor gören Türklere bakıp kinle doluyor. Hoş, artık Kürt akrabaları da onu hor görüyor ama olsun.

İş bulmak için çabalamıyor Hakkı. İşkur’dan birkaç kez aradılar ama asgari ücreti beğenmiyor. Kahverengi kunduraları da eskisi gibi parlamıyor, mor gömleği çoktan yırtıldı. Evinden yaka paça atıldığı için artık inşaatlarda uyuyor. O gece hava da epey soğuk… Düşünmeye başladı Hakkı, epey zamandır ayık kafayla yapmadığı bir şeydi bu. Hayattaki en büyük özlemi, yüreğini ısıtacak bir kadındı. Bir dönem hoşlandığı Zeliha geldi aklına. Aynı mahallede oturuyorlardı. Ne de güzel bacakları vardı. Sonra düşüncelerini acı bir siren gibi kesti karın gurultusu. Kendine kızdı. Bunlar çocukça düşüncelerdi ve sadece açlığına odaklanmalıydı.

İsmail Hakkı: Bir kekonun sıradan hikayesiO gecelik sığındığı inşaattan çıktı. Telaşlı adımlarla evine gitmekte olan minyon bir gencin önünü kesti. “Ya paranı ya canını!” dedi bıçağını sallayarak. Çocuk korkudan titredi. Keşke itiraz etmeden verseydi parasını, en azından hayatının kalanını derin bir kesik iziyle yaşamak zorunda kalmazdı.

Hakkı operasyonunu tamamlamıştı, minyon gencin parasını almıştı. Mutluydu. Birkaç dakika sonra midesinden çorba geçecekti.

Hakkı zaman içinde yeni arkadaşlar edindi. PKK militanları, ona harçlık verip yakınlık göstermeye başlamıştı. Hatta kalacak yer bile tahsis etmişlerdi. Şükür ki birkaç gündür sokakta yatmıyordu. Karnı üç öğün doyuyordu. En mühimi de babasının ölümünden beri ilk kez şefkat görüyordu. PKK militanları, zor zamanında yanında olacaklarını hissettirmişti. Harbi adamlardı.

Hakkı artık daha da mutluydu

Sokağa çıktığınız bir gün, tamamen sıradan bir gün, kulaklarınızı kabartın… Birisi telefonunun hoparlöründen mahalleye arabesk dinletiyorsa biliniz ki o Hakkı’dır.

Yolunuz emektar bir liseden geçerse ve duvarında sprey boyayla “suçum sevmek ise cezam idam olsun gülüm, yeter çık karşıma bitsin bu zulüm, celladım ol bana koymaz ölüm” yazıyorsa, biliniz ki oradan Hakkı geçmiştir.


Televizyonu açtığınız bir akşam, “Şırnak’ta karakola saldırı” manşetiyle bir haber görürseniz ve görüntülerde ağzı yüzü kapalı, polislere molotof kokteyli fırlatan, insanlıktan çıkmış bir genç görürseniz, biliniz ki o Hakkı’dan başkası değildir.

Esir devletin insanları

İnsanları anlayamamak üzerine


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.