Bizlere azar azar negatif duygular enjekte edilirken şiddet yönelimi daha da artan ve bunu normalleştiren bir toplum haline geldiğimizin farkına bile varmadık.
Dönüşüyoruz, değişiyoruz… Yıllar geçiyor, çağlar değişiyor, kuşaklar değişiyor, kültür değişiyor, toplum değişiyor. Zamanın eli ruhumuza, duygularımıza, düşüncelerimize, davranışlarımıza dokunmadan geçmiyor. Bu dokunuş toplum, kültür ve insan üzerinde derin bir yara izine dönüşüyor. Ve bu derin yara izi insanlığa ne yazık ki büyük bir bilinçle, kötü niyetle ve kasten bırakılıyor.
Kim, nasıl, neden yaralamak istiyor ki insanlığı?
Kim sorusunda liste biraz uzun. Politikacılar, dev şirketler, TV programları, diziler, gündüz kuşağı programları, haber programları, yazılı basın, Netflix dizileri, Youtube videoları, Tiktok, sosyal medya platformları, fenomenler…… Amaç belli; düşünmeyen ama düşünüyor(MUŞ) gibi hissettirilen, sorgulamayan ama sorguluyor(MUŞ) gibi davranan, mutsuz ama mutluy(MUŞ) gibi yaşayan, hayatı ekrana bağlı yaşayıp kendini sosyal(MIŞ) gibi hisseden, hiçbir etik değeri olmayan ama ahlaklıy(MIŞ) gibi çığırtkanlık yapan , bağlanmayan, aidiyeti olmayan, öfkesine yenik bir insan yığını oluşturmak. Peki, neden mi? Doyumsuzca dünyadaki her şeyin sahibi olduğu gibi kibirli bir hisle tüm insanlığa daha kolay hükmedebilmek için.
Gelelim nasıl sorusunun cevabına
Yöntem belli, ENJEKSİYON. Yani istenilen düşünce, duygu, davranış, tepki neyse onun medya ve sosyal medya aracılığıyla insanlara belirli dozlarda istenilen reaksiyon gelene kadar enjekte edilmesi. Yıllar içinde bize neler enjekte edilmiş hadi gelin örneklerle bakalım.
Bundan 20 yıl önce yani 90’ların başında ilk özel televizyon kanalının hayatımıza girmesiyle birlikte TRT haricinde bir kanalla ve daha fazla dizi, film, program izleme imkanıyla tanıştık. Her pazar Bizimkiler dizisi ile güldük arkasından sinema serisiyle bilmediğimiz filmlere ulaştık. Diziler en fazla 1 saat sürüyor, dostluğu, arkadaşlığı, komşuluk ilişkilerini, hatır gönül bilmeyi, hoşgörüyü, aile bağlarını yani bize, kültürümüze ait olan temel değerleri veriyordu. Sonra çeşitler arttı. Pembe diziler, televoleler, sabah şekerleri, gençlik dizileri derken programlar, diziler 3-4 saate çıktı. Tabi temalar da değişmeye başladı. Geçici aşklar, nefret, intikam, ihtiras, yalan, entrika, aldatma, kavga vb. negatif duygular düzenli olarak iliklerimize kadar enjekte edildi.
Bu işlenilmiş duygu ve davranışları normalleştirmeye başlamamızla birlikte evlilik programları girdi hayatımıza. Artık dizilerdeki kurgusal, anlık aşkları, aldatmaları, kavgaları, dedikoduları gerçek kişiler üzerinden izliyor, taraf tutup kim haklı kim haksız yorumlar yapıyorduk. Kendimizce evlenilecek kız, evlenilecek oğlan diye etiketler koyup mahallesinde bile tanınmayan gençleri bir anda popüler gelin ve damat adayları olarak ülkece tanınır hale getiriyorduk. Tabi ilgi arttıkça bu programlara olaylar boyut değiştirmeye başladı. Kimseyi beğenmeyen gelin adayları, aldatma öyküleri, kavgalar, hakaretler azar azar işlendi iliklerimize. Sonra evlilik programları ne olduysa aile yapımızı bozuyor gerekçesiyle birden yayından kalktı ve yerini sözde güncel konular adı altında aldatan eşler, terk edilen çocuklar, ekran karşısında açıklanan DNA raporları, çarpık ilişkiler, küfürler, hakaretler ve ekran mahkemelerinin kurulduğu programlar aldı.
Nasıl şiddet toplumu haline geldiğimizin farkına bile varmadık
Programlarda şiddet artarken TV dizilerinde de durum farksız değil. Nerede 90’lardaki dostluk, sevgi, komşuluk ilişkileri, aile bağları konulu yüzlerde gülümseme yaratan diziler nerede şimdiki her dakikası gerginlik, kavga, aldatma, nefret gibi negatif duygu yüklü diziler… Bizlere azar azar negatif duygular enjekte edilirken şiddet yönelimi daha da artan ve bunu normalleştiren bir toplum haline geldiğimizin farkına bile varmadık. Üstelik şiddet toplumuna evrilme süreci sadece ülkemizde geçerli olan bir durum da değil.
Özel bir platformda yayınlanan bir dizinin çoluk çocuk, genç, yetişkin demeden herkesi etkisi altına alması, diziyle ilgili haberlerin yapılması, dizi karakterlerinin capslere konu olması, sosyal medyada ‘çok acayip bir dizi, muhteşem bir iş, resmen günümüzü anlatıyor.’ mihvalinde yapılan tetikleyici yorumlar dizinin popülerliğini arttırırken realiteden uzak kendine sanal bir kimlik oluşturmak isteyen kimi gruplar tarafından dizinin canlandırılmaya çalışılması, daha masumca olsa bile çocukların oynadıkları oyunlarda yeşil ışık, kırmızı ışık ifadelerinin yer alması aslında durumun sıradan bir diziden çok daha fazlası olduğunu göstermekte.
Yadırgamamız gereken birçok şeyi o kadar normalleştirdik ki şiddet sarmalına nasıl tutulduğumuzun farkında bile değiliz. Ama artık fazla geliyor bu kadar şiddet, bu kadar negatiflik bu dünyaya da bu insanlığa da fazla… Her an tüm dünyaya altın vuruş yapacaklar da hepimiz kendi şiddetimizde boğulacakmışız gibi…
Peki, yok mu bir hal çaresi? Bence var. Nefretin yerine SEVGİYİ, kavganın yerine İLETİŞİMİ, anlayışsızlığın yerine EMPATİYİ, HOŞGÖRÜYÜ, kibrin yerine TEVAZUYU, başkaları için Tiktok’ta, sosyal medyada yaşamanın yerine GERÇEK HAYATTA KENDİMİZ İÇİN YAŞAMAYI koyarak, bize enjekte edilecek bilgileri filtreyle hayatımıza sokup kötü duyguları enjekte etmeye çalışan her türlü aracı kendimizden uzak tutarak arınabiliriz.
Unutmayın ki içimizde hangi duyguyu beslersek ona dönüşürüz. Şiddeti besleyip habise dönüşeceğimize güzelden yana olanı besleyelim ki güzele dönüşelim.