Ne hissettiğimi bilemiyor, heyecanımı durduramıyordum. Havaalanına doğru yola çıktım. Benimle birlikte dört kişi olacaktık ve Millî Eğitim Bakanlığı’ndan bir ekiple Kars’ta buluşacaktık.
Bulutların arasında güneş hüzmesinin cama vurmasıyla içimde sıcacık duygular uyanıyordu. Annemin bu topraklardaki anılarına şahit olmak için heyecanlanıyordum. O, çocukluğunu geçirdiği bu topraklarda gözleri nemli bir şekilde en güzel zamanlarını anlatırdı. Onun hatıralarına tanıklık etmek, Anadolu’nun kutsal havasını hissetmek ve geleceğimi düşünmek, bu yolculuğa çekilmemin nedenleriydi. Karışık duygular içindeydim; bu yolculukta yeni şeyler öğreneceğime inanıyordum.
Uçak usulca göklerde süzülürken, kibar bir ses işittim. Güler yüzlü hostes, gözlerimin içine bakarak, “Hanımefendi, iniş için alçalıyoruz, lütfen kemerinizi bağlayın” dedi. İçimde pırpır eden bir heyecan vardı. Anadolu’nun ücra köşelerinde umutsuzluk içinde bocalayan çocukların hikâyelerine tanıklık edecektim.
Uçak, kâdim topraklara iniş yaptı. Havasını içime çektiğimde, binlerce yıl öncesine ait yaşanmışlıkları hissettim. Ankara’dan gelen ekip beni bekliyordu. Üniversiteden hocamız ve Millî Eğitim Bakanlığından iki uzmanla buluşmuştum. Birbirimizi ilk kez burada görüyorduk ama yıllar öncesi tanıyormuşçasına sıcak bir şekilde karşıladılar. Yurdanur Hoca’nın deneyimi gözlerinden okunuyordu. “Bu kadar genç bir ekip arkadaşımız olduğu için çok şanslıyız,” dedi. Mahcup bir şekilde teşekkür ettim ve Bakanlık aracıyla ilk okul ziyaretimiz için yola koyulduk.
Ekipteki İbrahim ve Samet, bu anlamlı projede yer aldıkları için gülümseyerek sohbet ediyorlardı. Baharın kendini gösterdiği, çiçeklerin açtığı bir mevsimdeydik. Sarp kayalıkların arasından yemyeşil doğaya ulaştık. Yolculuk boyunca doğanın bakirliği, içimde yenilmez bir his uyandırıyordu. Yol uzundu ve yere ulaşabilmek için daha çok gitmemiz gerekiyordu.
Uçsuz bucaksız bir merak duygusu kaplamıştı yüreğimi. Anadolu’nun en doğusundaki köklü medeniyeti görmek için sabırsızlanıyordum. Van’a yaklaştıkça doğa değişmeye, çorak görünüm yerini yemyeşil ovalara bırakmaya başlamıştı. Projenin hayata geçişini görmek, çocuklar üzerindeki etkilerini gözlemlemek için içimde sonsuz bir coşku vardı.
Gevaş’taki Yatılı Bölge İlköğretim Okulu’na geldiğimizde, okul bahçesinde oyun oynayan çocuklar meraklı bakışlarla bize bakmaya başladılar. Dört katlı, gri dış cepheli okulda, müdür ve öğretmenlerle resmi bir selamlaşmanın ardından çocuklarla buluşmak için müdürün odasından usulca ayrıldım. Sıcak bir ortamda, hayal dünyasına açılan bir kapı gibi olan bu yer, yüzlerce hikâye kitabı ve rengarenk minderlerle doluydu. Burada çocuklar kendilerini ifade ediyor, oyunlar oynuyor ve birlikte geri bildirim veriyorlardı.
Oyun esnasında gözleri benden ayrılmayan, yeşil gözlü, havuç renginde kıvırcık saçlı bir kız çocuğu, her üç saniyede bir gülümsüyor, benimle sessiz bir iletişim kuruyordu. O an anladım ki, insan olmanın özü çocuklukta gizliydi. Masumiyeti, saflığı ve doğallığı beni etkilemişti.
Zil çaldı. Tüm çocuklar bahçeye koştu, ama gül yüzlü çocuk yanıma geldi ve “Öğretmenim, sizin adınız nedir?” diye sordu. “İsmim Elif,” dedim. “Ya senin ismin nedir?” diye sorduğumda, gülüşü büyüdü. “Benim ismim Zeynep,” dedi. Gözleri aşağıya kaydı, utangaç bir şekilde yanağıma bir öpücük kondurdu ve bahçeye koştu.
Bu okulda, Zeynep’in bakışlarının dışında, koridorlarda beni takip eden çocukların gözleri, içimde derin bir duygu yarattı. Anadolu’nun ücra köşelerinde kaybolan çocuklarımızın hayal güçlerinin, yaşam yolculuklarında bir rehber olacağını biliyorum. Bu çocukların umutları var. İstanbul’dan gelen bir öğretmene duydukları derin sıcak ilgi, “Benim hayallerim var, beni duy!” demenin bir ifadesiydi.
İçimde sade bir sessizlik, ağırlaşan bir baş ve derin iç çekişler vardı. Bu yolculuğumun sonunda zaman durdu, mekân kayboldu; içimde bir ses yankılandı. Bir anda ışık doldu ruhumda, umutlandım, içim yumuşadı, yüzüm çocuklaştı. Bir çocuk gülüşünde tüm çocukları, kadim Anadolu’yu ve umudu gördüm.