Bir Nostalji Yazısı

Çocukken dünyayı keşfetme adına yaptığımız keşifler bittiği için büyümedik bizler, yaşımız artınca keşiflerden koparıldığımız için kendimizi büyümüş sandık! Sadece keşif de değildi yaşantımız; deneyim, görgü ve usul öğrenmek ve ne tür bir dünyaya geldiğimizi bilmek! Oyunlar, olasılık eğitimi ve suni hayatta kalma deneyimi idi. Haklarımız ya da canlarımız bitse de oyuna tekrar başlayabiliyorduk.

nostalji çocuk

Her şey tırpanlanmalarımızla başladı! Sürgün ve filiz vermek yasakmış demek ki ve ‘Aynı’ oluşlar dünyasıymış meğerse dünyalıların serüveni. Benzetme süreci acımasız ve karşı koyanlar etkisizleştiriliyormuş bu oyunda! Niçin böyle olmak zorundaymış bakalım diye cesarete gelip de sorduğumuzda ise yanıtlar oldukça anlamlıydı. Tabi ki bizler anlamazdık ve tabi ki çocuktuk bizler ve aklımız o kadar çok çalışmazdı bizlerin. Beş kardeşin aynı elde yan yana dizildiğini keşfettiğimiz günlerdi o günler.

Akıl yaşta değil baştadır atasözünü bizlere ezberletenler nedense yaş tarafını şiddetle savunmaktan kendilerini alamazlardı, diğer taraftan ise kıvırdıkça kıvırır ve işin içinden çıktıklarını zannedip derin bir nefes alırlardı! Tabi kafası karışırdı bizlerin tepemizde bulunan küçücük akılsız ve yaşsız başlarımızın! Tabi çıkardık işin içinden de çıksan bir türlü çıkmasan bir türlü. Bu durum içinde bir atasözü öğrendik ama onu söylemeyeceğim. Potansiyel deli ve muhkem belirsiz yaftasını da alnımızın tam ortasına yedikten sonra büyük bir hızla çalışan dedikodu âleminde ne gerçeğimizi ne de gerçekleştirebildiklerimizi anlatamadık insanoğluna! Meğer anlatamayış adettenmiş! Anlatanı da kimse dinlemezmiş! Öğreniyorduk işte içine düştüğümüz gezegeni!


nostalji çocukKüçücük akılsız başlarımızla bizler nasıl büyük sevinç ve mutluluklar yaşardık akıl alır gibi değil! Oluyordu işte, mutluyduk, sevinçliydik ve en önemlisi yaşıyorduk. Yaşadığımız günlerdi o günler. Yaşıyor gibi yaptığımız günler değil. Bizleri ne yokluk üzerdi ne de başka bir şey. Daimi huzur halindeydik. Olsa da bir olmasa da birdi bizler için. Çünkü biz vardık. Varlık sevincini hep yaşardık. Henüz ruhen öldürülmemiştik, henüz yaşamaya çalışan, yaşlarını biriktirip caka satan ve ortalıkta et kemik yığını halinde dolaşan büyükler değildik bizler. Küçücüklükte oldukça büyük sevinçler yaşayan yaşsızlardık o günlerde. Henüz ruhen öldürülmemiştik.


Çocukken yaşama sevincine doyduğumuz için büyümedik bizler, sevincimiz çalındığında, huzurumuz kaçırıldığında ve mutluluğumuz araklandığında yaşayacak hayatımızın kalmadığını anladığımızda bizler de bir kenarda oturup yaş biriktirenlerin arasına karıştık. Bunu isteyerek yapmadık. Çalınanın, kaçırılanın ve araklananın izini sürme adına tebdili kıyafetle soruşturma aşamasındaydık.

Araya karışmakla artık araklayamazlar bizleri. Arada hala yaşayan ruhumuzla dolanıp duruyoruz. Ölü taklidi yapıyoruz sadece, ruhumuzu tekrar öldürmesinler diye. Böyle yaşanabiliyor yaş biriktirilince, böyle nefes alınabiliyor büyük yığınlar içerisinde ve böyle vazgeçmiyorsun sevincinden, mutluluğundan ve huzurundan.


Öylesine bir hayata çattık madem bizlerde böylesine yaşar ve hala var oluruz diyoruz küçücük başımızla ve henüz düşünemeyecek kadar aciz olan aklımızla! Düşünenleri gördük nede olsa, nede olsa yaş biriktiriciler en güzel şekilde düşünürler ve hem dünyayı hem de hayatı cennete çevirirler. Bunun için kimsenin hayatından ve dünya yaşamından şikâyeti yok bunu da ancak anlıyoruz! Ancak anlıyoruz ki biriktirilen yaş ile beraber dünya cennet olurken hayatlarda zehir oluyormuş. Büyüklerin işleri çok karışıkmış ve en büyük saadet sakinlik, sadelik, net ve dürüst bir yaşantıdaymış!


 

Türker Ercan
Türker Ercan, 1 Haziran 1972 doğumlu. Öğrenciliği hiç bırakmayan bir öğretmen. Uzakdoğu sporları ile uğraştı. Felsefe, psikoloji, parapsikoloji konularında ve mantık alanında uzun yıllar araştırmalar yaptı.