Ben dilini konuşmak, terapist ve karım

Kaynanamın talepleriyle şekillenen düğünüm, takriben elli bin liraya mal oldu. Sıfırdan düzdüğümüz evin mobilyalarını, halılarını, beyaz eşyalarını saymıyorum bile. Peki neden Gülnihal?

ben dili ve ben

Üç sene önce severek evlendiğim karımla, yolun sonuna gelmiştik işte. Rutin bir kavga sırasında, boşanmak istediğini söylemişti hiç utanmadan. Boşanma lafını onun ağzından ilk kez duyuyordum ama hemen kabullenmiştim makus kararını. Gülnihal’in yüzündeki o kararlılık, kaybeden taraf olacağımın da alametiydi.

Boşanmamızın başlıca nedeni borçlarımız, borçlarımızın başlıca nedeni de düğün masraflarımızdı. “Yapma Gülnihal” demiştim bir Şubat ayazında, “bizim etimiz budumuz belli, sade bir nikah yapalım. Yastık altında biraz param var, onunla da Fethiye’ye gideriz.” Bu telkinim üzerine Gülnihal “saçmalama, ne o öyle dul karı gibi! Ben telli duvaklı gelin olmak istiyorum!” diye çıkışmıştı. O dönem telli duvaklı gelin olmak isteyen Gülnihal, şimdiyse dul bir karı olmak istiyordu.


Bakın çok açık konuşacağım. Bendeniz, iki bin lira aylık alan bir çağrı merkezi çalışanıyım. Hani kalite standartları gereği, görüşmelerimizin kayıt altına alınacağını söyleyen meçhul ses var ya, hah oyum işte!

Kaynanamın organize ettiği düğünüm, takriben elli bin liraya mal oldu. Sıfırdan düzdüğümüz evin mobilyalarını, halılarını, beyaz eşyalarını saymıyorum bile. Peki neden Gülnihal? Tüm bu zahmet, kravatını alnına bağlayıp elleri yanmış gibi zıplayan amcaların için miydi? Yoksa düğünün yemekli olmadığını fark edince yüzleri düşen menfaatçi komşuların için mi? Sahiden amacımız neydi? İrem Derici eşliğinde dans eden bir milyonuncu çift olup tarihe geçmek mi, yoksa kapı eşiğinde sirk maymunu gibi beklerken, zoraki gülümsemekten yüz felci geçirmek mi? Cevap ver bana Gülnihal! O parayla Avrupa kıtasını baştan sona gezebilecekken, neden saçma bir salonda Ankaralı Namık dinledik?

Ya sen saygıdeğer kayınvalidem? Ödenemeyen borçlar, evliliğimizin katili oldu. Peki sen bu katile yardım ve yataklıktan hüküm giyecek misin? Yoksa Gülnihal’i ah kızım, vah kızımlarla teselli mi edeceksin? Benden sonra evleneceği adama da aynı sipariş listesini verecek misin?

Velhasıl, üç gün önce kapısını çaldım Gülnihal’in. “Allah aşkına beni dinle, yuvamızı dağıtma” dedim, “Bizim Kamuran’ın tanıdığı bir evlilik terapisti varmış. Adamın kariyeri başarılarla doluymuş. Barack ve Michelle Obama’yı bile bir dönem bu adam barıştırmış. Gel inat etme, yardım alalım.”

Gülnihal başta itiraz etti. Olumlu bir netice alamayacağından ve benim katıksız bir hödük olduğumdan emindi. Lakin hançeri saplamadan evvel, iyi günlerimizin hatırına, son arzumu yerine getirmeye karar verdi. “Tek bir seans!” dedi, “sonra sen yoluna, ben yoluma!”

Ertesi sabah, Aşkın Tutuşmak isimli bir evlilik terapistinin ofisinde aldık soluğu.

ben dili ve senOdanın sağ tarafında ahşap rengi bir çalışma masası, sol tarafındaysa psikoloji kitaplarıyla dolu devasa bir kütüphane vardı. Terapistimiz siyah çerçeveli bir gözlük takıyor; gözlüğünün üstünden bize, altından da defterine keskin bakışlar fırlatıyordu. Her halinden zeki olduğu belliydi. İmkan verilse Kuzey Kore ile Güney Kore’yi bile barıştırabilecek donanıma sahipti. Doğru yere geldiğimize emindim.

Seansın sonunda, “ben dilini kullanın” dedi Aşkın Bey, “kavga sırasında sen dilini kullanırsanız, suçlayıcı olursunuz ve birbirinizi daha fazla incitirsiniz. Bunun yerine, sadece ne hissettiğinizi anlatın ve eşinizin sizinle empati kurmasını sağlayın.”

Ve şöyle ekledi: “Mesela eşinizin yemek yapmamasından şikayetçiyseniz, ‘sen yemek yapmaktan bile aciz bir kadınsın!’ demek yerine, ‘yemek yapmadığında aç kalıyorum, bu yüzden de gerginleşiyor ve düşüncesizce davranıyorum’ demelisiniz.”


Meğer şifre buymuş: Ben dili!

Hayatım boyunca hiç kitap okumadığım için, bu tavsiye büyülemişti beni. Yüce Tanrı bir terapist bedenine girmişti ve yuvamı kurtarıyordu adeta. Meğer yıllardır aradığım şifre buymuş: Ben dili! Ben dilini kullanarak tüm İstanbul’la konuşmak, boğazın serin sularıyla dertleşmek istiyordum. Suriye’deki savaşı ben diliyle bitirmek, Afrika kıtasındaki insanlık dramına ben diliyle son vermek ve bunları da Birleşmiş Milletler toplantısında yapacağım çarpıcı bir konuşma ile gerçekleştirmek istiyordum. Koka kolanın gizli formülünü öğrenmiş gibi mutluydum, lakin önce evliliğimi kurtarmam gerekiyordu. “Teşekkür ederim hocam” dedim ve öptüm ellerinden Aşkın Bey’in. O da “rica ederim çocuklar, ikinci seansta görüşürüz” diyerek uğurladı bizi.

“Bak gördün mü Gülnihal?” dedim iş hanından çıkınca, “ne kadar büyük bir aşama kat ettik.”
“Emin değilim” dedi Gülnihal şevkimi kırmamak adına. Hiç de etkilenmişe benzemiyordu açıkçası.
“Seni eve bırakayım mı?”
“İstemez, yürüyerek giderim ben.”
“Pekala, sonra görüşürüz aşkım.”

Gülnihal’i yanaklarından şılap şılap diye öpüp uğurladım. Tiksinir gibi sildi yanaklarını ve ezgili adımlarla uzaklaştı oradan.

ben dili ve bizArabama bindim ve iş yerime doğru yola koyuldum. Yeni bir kampanyanın tanıtımı için, beş yüz civarı telefon görüşmesi yapmam gerekiyordu. Vaktim mütemadiyen daralıyordu ve aksi gibi İstanbul trafiğinde sıkışıp kalmıştım bir de.

Tam önümde fıstık yeşili bir Doblo vardı ve şoförü her kimse, aheste sürüşüyle beni çileden çıkarıyordu. Onun yüzünden aynı kırmızı ışığa üçüncü kez yakalanmıştım. Muhtemelen işe geç kalacak ve patronumdan fırça yiyecektim. Allah korusun beni kovsaydı, borçlarımı nasıl öderdim sevgili dostlar? Daha fazla dayanamayarak, hiddetle kornaya bastım.

Doblo ani bir fren yaptı, içinden iri kıyım bir adam indi ve elindeki haydarı sallayarak “ne hakla korna çalıyorsun bana! Sen kimsin ulan? Sen kimsin?” diye bağırmaya başladı. Haydarı kaputuma sürterek, arabadan inmemi emretti. Belli ki horozlanma faslını atlayıp direkt şiddete dökecekti işi! Sakinliğimi koruyarak indim arabadan. Neden korkacaktım ki? Nasılsa onu sükunete davet edecek ve bir keşiş gibi huzurlu kılacak o altın formülü biliyordum.

Derin bir nefes aldıktan sonra, “sen dilini kullanmanız hiç hoş değil” dedim: “Ayrıca arabayı aşırı yavaş sürmeniz beni hayal kırıklığına uğrattı. İş yerime geç kalacağımı düşünerek paniğe kapıldım. Zaten patronumla da aram iyi değil. Eh, strese girince biraz kornaya basmış olabilirim. Buna karşılık, sopayla üstüme yürümeniz ve kim olduğumu sorgulamanız beni ziyadesiyle üzdü. Şu an iyi hissetmiyorum.”

İri kıyım adam “tövbe estağfurullah!” dedikten sonra Doblo’suna döndü, arabasını çalıştırdı ve gaza basarak oradan uzaklaştı. Kıvrak bir hamleyle dayaktan kurtulmuş, ben dilini kullanarak ilk zaferimi elde etmiştim! Psikoloji bilimine adanmış bir profesör gibi kıvançlıydım. Tüm insanlığa ve hayvanlara, Afrika’daki leopara, kaplana, vaşağa, antiloba ben diliyle seslenmek istiyordum: “Yaşam alanlarınızı yok ettiğimiz için çok üzgünüm”. Bununla yetinmeyip Venüs’e, Mars’a, Jüpiter’e ve tüm galaksilere de aynı dille hitap etmek istiyordum: “Sevgili uzaylılar, dünyamızı ziyaret etmemeniz beni ekseriyetle üzüyor”. Zira çok emindim ki bu konuşmam galaksilere dinletilse, dünya muhtelif canlıların huzurla yaşadığı bir panayıra dönebilirdi.


İşe geç kalmak pahasına, arabayı en yakındaki çiçekçiye çektim. Gülnihal’e ve kaynanama birer buket gül gönderdim. Zira dediğim gibi, önce evliliğimi kurtarmam gerekiyordu.

mitoz

İsmail Pişer’in ‘Benimle Mitoz Bölünür Müsün?’ isimli ilk kitabı çıktı.


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.